“21. yüzyılın cahilleri okuma yazma bilmeyenler değil, öğrenmeyen, öğrendiği yanlışlardan vazgeçmeyen ve yeniden öğrenmeyenler olacak” demişti ünlü Amerikalı füturist Alvin Toffler.
Geçen ay Açık Toplum Enstitüsü’nün (Open Society Institute) 2018 Medya Okuryazarlığı Endeksi yayınlandı. Endekse göre 35 Avrupa ülkesi arasında Türkiye, Makedonya’nın ardından “sahte habere karşı en az dirençli” ikinci ülke oldu. Yani dijital medyadan yayılan yalan haberler yoluyla dezenformasyon ve manipülasyona en açık toplumlardan biriyiz. Açık Toplum Enstitüsü bu durumu ülkemizdeki medya okur-yazarlığı ile ilişkilendiriyor. Medya okur-yazarlığı ne kadar düşükse, yalan haberlerin yayılması o kadar kolaylaşıyor diyor. Gerçekten öyle mi?
2016’da Gerçek Ötesi (Post Truth) kavramı, ABD Başkanlık seçimleri ve İngiltere’deki Brexit referandumunda yayılan yalan haberlerin seçim sonuçlarını etkilediği düşüncesi sonucunda popülerleşmişti. Yalan haberlerin seçim sonuçlarına etkisini tam olarak ölçmenin bir yolu yok ancak bazı anektodlar bize fikir verebilir.
ABD’deki son başkanlık seçimlerinden birkaç hafta önce Washington’da bir evde üç aile bir araya gelip yiyip içerler. Gecenin ilerleyen saatlerinde üçü de Cumhuriyetçi Parti seçmeni olan erkekler masada oturup yaklaşan seçimler hakkında muhabbet ederlerken, aralarından biri Facebook’ta gördüğü bir haberi sesli olarak okur. Habere göre başkan adaylarından Hillary Clinton, Washington’da bir pizzacının bodrum katında esir tutulan çocukların düzenli olarak kanını içmekte ve bu sayede genç ve zinde kalmayı başarmaktadır. İçlerinden biri haberde bahsi geçen pizzacıyı bildiğini söyler. Üç aile babası ertesi gün çocukları kurtarmak için silahlı bir şekilde pizzacıyı basarlar. Olaylar gelişir, polis pizzacıyı kuşatır, daha önce hiç sabıka kaydı olmayan aile babaları içerdekileri rehin alır, pizzacıda çalışanların itidalli tavrı sonrasında olay kimse yaralanmadan sonuçlanır. Elbette bodrumda sadece pizzacının ekipmanları vardır.
Bu uç örnek yalan haber meselesinin köklerinin medya okur-yazarlığından çok daha derinde olduğunun tipik bir örneği. Yalanın iki tarafı var. Birincisi yalan söyleyen ki, dijital medyada kaynak çoğu zaman belirsiz olabilir. Diğer taraf ise yalana inanan ve onu yaygınlaştıranlardır. İnsanlar çoğunlukla kendi görüşüyle örtüşen sözleri, kendi tarafından olduğunu düşündüğü insanların sözlerini inanma eğilimindedirler veya tam tersi. İnandıkları şeylerin yanlış olduğunu söyleyenlere karşı ise görüşlerini değiştirmek şöyle dursun kendi görüşüne daha da sıkı sarılabilirler. Bu ilk bakışta çok tuhaf görülebilir ancak ister yalan ister gerçek olsun her haber onu okuyan kişinin kültürel ve siyasi arka planında değerlendirilir. Bunun bilgileri tarafsız biçimde algılayıp algılamamakla bir ilgisi yok.
Üstelik haberin kaynağı güvenilir olmasa bile, yanlış bilginin düzeltilmesi durumu istenilen etkinin tam tersine yol açabiliyor. Haberi yayan ya da düzelten kişinin kim olduğu, kendi görüşünüze yakın biri olup olmadığı (aynı mahalleden olup olmadığınız) yalan habere inanma eğilimimizi belirliyor. Farklı görüşten bir kişinin ya da kuruluşun yaptığı düzeltme yalan habere olan inancı arttırabiliyor. Buna geri tepme etkisi deniliyor. İnsanlar çoğunlukla inanmak istediklerine inanıyorlar, gerçek olup olmaması çok da umurlarında değil.
Sonuçta Toffler’ın söylediğine geliyoruz: Eğitim durumunuz ne olursa olsun, bildiğinden vazgeçmeye hazır olmayan, yeniden öğrenmeye istekli olmayan, kendi inanç ve düşüncelerine sıkı sıkıya bağlı insanlar, siyasi yelpazenin ne tarafında olurlarsa olsunlar, 21. Yüzyılın cahilleri olacaklar.
*Bu yazı ilk olarak “Yalanın Öteki Yüzü” adıyla demokrathaber.org sitesinde yayınlandı.