Son yıllarda İnternet ve demokrasi ilişkisi hakkında büyük bir tartışma var. Birçok toplumsal olayda İnternet’in ve İnternet teknolojisi üzerinden gelişen sosyal medyanın rolü üzerinde duruluyor. İnternet, özgürlük, demokrasi kavramları birbiriyle ilişkilendiriliyor. Bir görüş, İnternet’in insanların düşünce ve duygularını diğer insanlarla paylaşmasını kolaylaştırıcı etkisini ve siyasi organizasyonların kitlelere ulaşma kapasitesini arttırarak özgürlük ve demokrasiye katkı sağladığını savunurken, diğer bir görüş İnternet’in insanları denetim altına almayı, izlemeyi ve kontrol etmeyi kolaylaştırdığını savunarak kişisel özgürlüklerin ve demokrasinin büyük darbe aldığını iddia ediyor.
Her iki görüşünde çok sağlam dayanakları var ve bu tartışma bitmeyecek. Teknolojinin bir araç olduğunu, iyiye ya da kötüye kullanımının olabileceğini söyleyerek bu tartışmadan sıyrılmak mümkün ancak bu hiçbir şeyi çözmüyor. Üstelik bu tartışmalar hiç de yeni değil. Son yüz yılda neredeyse her büyük teknoloji bu tür siyasi tartışmaları da beraberinde getiriyor. Belki bu tartışmalara biraz bakmak İnternet’in özgürleştirici ya da özgürlüğü sınırlandıran potansiyeli hakkında bir fayda sağlayabilir.
1970’li yıllarda bazı düşünürler, 2000’li yıllarda uzun soluklu bir devrimin, elektronik devrimin, başlayacağı yolundaki iddialar üzerinde duruyorlardı. Bu devrim endüstri-sonrası toplum, medeniyet-sonrası teknotronik toplum ya da küresel köy gibi kavramlarla isimlendirilerek, yeni bir toplumun doğuşunu haber veriyor; aydınlanmanın modern insanı, postmodern insana, ya da çok yönlü elektronik insana dönüşüyordu. Bu çeşit füturist fikirler farklı alanlardan destek buldu. İletişim çalışmalarında Marshall McLuhan, modacı Buckminster Fuller, müzikolog John Cage, füturolog Alvin Toffler ve siyaset bilimci Zbigniew Brzezinski ve daha birçok insan geleceğin toplumunu elektronik devrimin belirleyeceği düşüncesini destekliyordu. Bu insanlar kendilerne ‘seküler teolog’ bir rol biçiyorlar ve teknolojik bir neslin öncülüğüne soyunuyorlardı. Onlara göre kendinden sonraki birçok teknolojiye yol açan elektriğin icadı, insanoğlu için tarihteki en önemli olaydı, ve elektrik üzerine kurulu yeni teknolojiler arzulanan sosyal değişimler için gerekli motivasyonu sağlamaktadırlar. Bu yeni teknolojiler ve teknikler cemaatin yeniden yapılanmasına olanak sağlarken, insanoğluna mutluluğu yakalaması için bir fırsat veriyorlardı. Onlara göre, elektronik, bugüne kadar ütopyaların gerçekleşmesinin önünde hep bir engel teşkil eden tarihsel iktidarların ve politik sınırlamaların aşılmasında en önemli araçtı.
Brzezinski, teknotronik devrimin, bundan önceki tüm devrimlerin aksine insanoğlunun özünü değiştireceğini savunur. Yeni toplumda bilim adamı her türlü toplumsal kurumun üstünde, sosyal çatışmayı en aza indirirken, sosyal bilimler de daha pragmatik ve problem çözücü bir role bürünür.
McLuhan’ın senaryosunda sanatçı bilim adamının yerine geçiyor. McLuhan, teknolojiye daha teolojik bir yerden bakarak, onu Adam Smith’in ‘gizli el’ tanımlamasına benzer bir şekilde kavramsallaştırır. Bilgisayarın ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte evrensel bir anlayış ve birliğin oluşacağını iddia eder. Bütün bu düşüncelerin ardında teknolojinin sosyal düzensizliklerin, çevrenin tahribinin, siyasi çatışmaların ve yabancılaşmanın üstesinden gelebileceğine yönelik keskin bir inanç yatmaktadır.
Bugünden baktığımızda bu pembe hayallerin çok da gerçekleşmediğini iddia edebiliriz. Üstelik muhtemelen İnternet Brzezinski ve McLuhan’ın tahayyülünden çok daha ileri imkanlar sunmasına rağmen. Beklentinin aksine, teknolojinin iktidarın merkezileşmesinde rol oynadığını, elektrik enerjisi üretebilmek için doğanın tahrip edildiğini, internet, televizyon ve radyo ağlarının insanlar arasındaki ilişkileri zayıflatarak kültürel kurumları yıprattığını iddia edebiliriz.
Bu noktada Amerika’da teknolojinin ve teknolojiye bakışın tarihine göz atmak istiyorum. 18. yüzyılda teknoloji, bugünkü gibi, hem gelişmenin ve güçlenmenin aracı, hem de mevcut toplumsal değerlere bir tehdit olarak görülmekteydi. Avrupa’da endüstrileşmekte olan şehirlerin problemleri, Amerika’da kaygıyla izleniyordu. Bu problemleri yaşamadan endüstri ile, ve elbette teknoloji ile birlikte yaşamanın yollarını arıyorlardı. Sanat ve doğa, kırsal alanlar ile endüstrileşmiş şehirler, merkezileşme ile yerellik arasında bir uzlaşma sağlanmaya çalışıyorlardı. İdeal olan Avrupa’nın gelişmiş ülkeleri ile ilkel topluluklar arasında bir orta yoldu.
Amerika’da en kolay kabul gören teknolojik icat, matbaa olmuştur. Thomas Jefferson, Amerika için gazetenin, hükümetin kendisinden daha gerekli olduğunu düşünüyor, bağımsız basını, hakların ve özgürlüklerin garantisi olarak görüyordu. Elbette bu düşüncenin altında yatan sebeplerden belki de en önemlisi, Jefferson’ın, ulusal bir bilinç yaratmakta basının önemini fark etmesiydi.
Buhar makineleri, matbaaya nazaran daha çok tartışıldı. Kimileri kendi kendine yeterli bir ulus olabilmek için ki bu Jefferson’ın en büyük ideallerinden birisiydi, buhar makinesinin mutlaka kullanılması, yaygınlaştırılması gerektiğini düşünüyorlardı. Kimileri ise bu makinenin ekonomik dengeleri bozacağından ve ulusal bütünlüğe zarar vereceğinden korkuyorlardı. İç savaş bu tartışmaya bir anlamda nokta koydu. Sadece köleliğin sona erdirilmesinin değil, şehrin, endüstrileşmenin, büyümenin ve merkezileşmenin de temsilcisi olarak görebileceğimiz Kuzey Orduları; kırsalın, tarımın, cemaat hayatının ve yerelleşmenin temsilcisi sayılabilecek Güney Orduları’nı yenince, teknolojiyi yüceleştirme retoriği güç kazandı. Bununla beraber ulusal bilinç çerçevesinde yerellik, tarım toplumu, cemaat ilişkileri ve haklar ve özgürlükler temelinde vatandaşlık anlayışı şeklinde özetleyebileceğimiz Jefferson’ın idealleri, teknoloji üzerine yapılan tartışmalarda her zaman belirleyici oldu.
Buhar teknolojisinin ve endüstrileşmenin toplumsal hayat üzerinde yıkıcı etkileri, Amerika’nın elektrik teknolojisine soğuk bakmasına yol açtı. Bununla birlikte elektriğin buhar teknolojisinin sosyal hayat ve çevre üzerinde yarattığı olumsuz etkileri sileceği ve özgürlüğü, ekolojik harmoniyi ve yerelliği destekleyeceği yolunda yeni bir söylem oluştu. Elektriğin yüceltilmesi, mevcut değerlerin korunması açısından önemli iken, bu teknolojinin toplumsal değerleri ve düzeni yeniden yapılandırabilecek bir olgu olarak kavramsallaştırılması Patrick Geddes’in ütopyası ile başladı. Geddes, makine ve para ekonomisinden, birey ve vatandaşlık nosyonuna doğru bir bağ kurdu ve yaşanan dönemin geçmişin özlenen toplumu (old paleotechnic) ile, geleceğin mükemmel toplumu (neotechnic) arasında bir ara aşama olduğuna savundu.
Geddes ve takipçileri, Bölgesel Planlama Kurumu (Regional Planning Association) adlı, elektrik gücü ve sosyal planlama üzerine çalışmalar yapan bir grup kurdular. Bu grup, ‘Büyük Güç’ (Giant Power) adını verdikleri, elektrik teknolojisi ile muhafazakar, demokratik bir yerelselliğin entegrasyonundan oluşan bir sosyal plan hazırladı. Bu plana göre, buhar gücü endüstride merkezileşmeye yol açtı, ve kırsal hayatı, küçük cemaatleri ve aile hayatını olumsuz yönde etkiledi. ‘Büyük Güç’ endüstriye yerelleşmeyi getirerek, kırsal hayat, aile kurumu gibi değerleri yeniden restore edecek ve küçük cemaatlere yaşama olanağı tanıyacaktı.
1929 ekonomik buhranı ‘Büyük Güç’ planının hükümetçe de dikkate alınmasına neden oldu. Buhranın büyük ölçüde buhar teknolojisinin neden olduğu dengesiz gelişmenin bir sonucu olduğu düşünülüyor, elektrik teknolojisi adeta bir kurtarıcı olarak görülüyordu. 1936’da Başkan Roosevelt’in açıkladığı Tennessee Valley Authority (TVA) ile birlikte, elektrik enerjisinin toplumu daha sağlıklı bir şekilde yeniden kuracak, özgür ve hayat standartlarının daha yüksek olduğu bir yaşam yaratacak bir güç olduğu devlet politikası olarak benimsendi. Elektrik, endüstriyel ve sosyal bir devrimin itici gücü olarak görüldü. TVA planı ile birlikte ‘elektrik’, ‘yerelleşme’, ‘katılım’ gibi kavramlar birlikte anılmaya başlandı. O günlerde, özellikle 1929 ekonomik buhranı ile birlikte iyice uzaklaştığı düşünülen Jefferson’ın idealleri ile elektrik enerjisinin yarattığı mekanik potansiyel arasında bir denge kuruldu. TVA sadece Amerika’da değil, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerin ekonomik programlarını da derinden etkileyen bir plan oldu. Birinci Dünya Savaşı sonrasında barışın yeniden sağlanması sürecinde elektrik enerjisinin yarattığı olanakların, ihtilafa dayanmayan yeni bir dünya ekonomik düzeni kurmada yardımcı olabileceği fikri ağırlık kazanıyordu. Bununla birlikte, elektrik gücü, gittikçe kuvvetlenen Komünist Dünya ile Batı Dünyası arasındaki soğuk savaşta bir silah olarak görülmeye başlandı. TVA ile birlikte, ‘katılım’, ‘demokrasi’, ‘toplumsal barış’ ‘yerelleşme’ gibi Jefferson ideallerinden de uzaklaşma başladı.
Elektrik enerjisi üzerine geliştirilen bu retoriğin ilk sistematik eleştirisi Kanadalı düşünür Harold Innis’ten geldi. Innis, elektriğin yüceleştirilmesi retoriğinin zayıf noktalarını ortaya çıkardı, sonradan McLuhan’ın büyük bir memnuniyetle olumladığı iddiaları tartışılır hale getirmiştir. Innis, basının ve elektronik medyanın zamanı ve mekanı, hesaplanabilir bir hale getirerek ticaretin servisine sunmasını ‘modern kültürün trajedisi’ olarak tanımladı. Ona göre önemli olan iletişim ve taşıma araçlarının tarihsel ve coğrafi faktörlerle, sosyal kurumlar temelinde ilişkisidir. İletişim ve sosyal kontrol iki biçimde olur:
- Mekan-bağlayıcı medya: Elektrik ve baskı teknolojisi, ticaretin, imparatorluğun ve teknokrasinin üzerinde yayıldığı alanı kontrol etmekle görevlidir.
- Zaman-bağlayıcı medya: Söyleşi ve elyazmaları gibi özellikle dışa kapalı cemaatlerde, geleneksel otoriteyi üretmek ve metafizik bir söylem oluşturmakla görevliydi.
Innis modern teknolojinin, hem mekanı hem de zamanı, bu anlamda hem coğrafyayı hem de tarihi kontrol altına almakla görevli olduğunu ileri sürer.
“Endüstrileşme teknolojiyi, ve zamanın parçalara bölünerek mühendislerin ve muhasebecilerin hizmetine sunulmasını içerir. Modern kültürün trajedisi, buluşlar … zamanın algılanışının tahrip edilmesi üzerinde yükselir.”
Innis elektrik gücünün uzun dönem etkilerinden bahsederken, Amerikan tarihinde elektrik teknolojisinin yüceleştirilmesinde büyük katkısı olan Geddes’i eleştirir. Elektrik teknolojisi yerellik ve demokratikleşme ile birlikte düşünülebilir, ancak bu tür bir düşünce yolu bizim bu gücün, toprakların istilası, mekansal kontrolün artması emperyalizmin yükselişini görmemizi engeller. Teknolojinin asıl kullanıcıları emperyal iktidarlardır ve onu, toprakları kontrolleri altındaki birer uydu alan haline getirmek için kullanırlar. Innis modern dünyada kültürün yok olmasını engellemek için tekniğin gücünün sınırlandırılmasını ve tekniğin kuşattığı sanat, etik ve siyaset gibi alanların geliştirilmesini önerir. bu anlamda elektronik medyanın ulusal sınırları aşması Innis’i kaygılandırır. Çünkü bu durum aynı zamanda uluslararası emperyalizmin etki alanının genişlemesi demektir. Bunun sonucu, kültürlerin ve insan özgürlüğünün teknoloji monopolleri tarafından baskı altına alınmasıdır.
Telgraf, radyo ve televizyon gibi elektronik medya araçları, üretim ve dağıtım araçlarının bağımsız hareket etme kapasiteleri ile hızlı yayılım sorununu çözerek geniş alanları kontrol etme yeteneğine kavuşmuş; izleyicilerin ve alıcıların iletişim aktivitesine doğrudan katılamıyor olmaları bu yeteneği pekiştirmiştir. Teknolojinin bu potansiyeli ancak siyaset tarafından kısıtlanabilir. Ancak siyasi bir müdahale teknolojik iletişim sistemlerinin, katılım temelinde demokratik bir tartışma alanına dönüşmesini sağlayabilir.
Innis’in eleştirisi ışığında, İnternet üzerinden yürütülen tartışmaları nasıl değerlendireceğiz? Tıpkı yirminci yüzyılın başında olduğu gibi, bugün de yapılan teknolojiyi yüceleştirme retoriğinin önümüze sürülmesi midir? Elektrik enerjisinin, toplumda katılımcılığı, demokrasiyi ve yerelliği geliştirecek bir motivasyon sağlayacağı düşü, yüzyılın son çeyreğinde, kitlelerin kontrol edildiği, monopolleşmenin arttığı, kültürün örselendiği ve katılımın gitgide azaldığı bir kabusa dönüşmüştü. Internet teknolojisinin akıbeti de aynı mı olacak? Yoksa iletişim teknolojilerindeki bu gelişimin bir cennet yaratacağı fikri kadar, onun hepimizi cehenneme yollayacağı fikri de saçma mı? Aslında teknoloji teknolojidir. İletişimin ve taşımacılığın bir aracı, onun geniş bölgelere yayılmasından başka birşey değildir. Bununla beraber, siyasi problematik teknolojiyi yüceltenlerin (ya da onu kötüleyenlerin) öne sürdüğü gibi, merkezileşme veya yerelleşme değil, demokratikleşmedir; kitap ve bilgisayar karşıtlığı değil, eğitimin yaygınlaşmasıdır; temsiliyet ya da katılım üzerinde değil, iktidar üzerinde uzlaşımdır. Siyasi problematik eşitlik ve özgürlük üzerinde kurgulanmalıdır.