Evlilik Üzerine 5 Ülkeden 5 Gerçekçi Film

yazan: Özgür Kurtuluş

Hollywood filmleri çoğunlukla “aşkın her şeyi yenme” gücünü vurgular. Karakterler arasında anında bir çekim olur ve çoğu zaman bu ilk görüşte aşktır. Evlilik öncesi ilişkiler genellikle heyecanlı ve macera dolu olarak gösterilirken, evlilik sonrası ilişkiler sıklıkla monoton ve sıkıcı olarak betimlenir. Hollywood’da evli çiftlerin karşılaştığı zorlukları birlikte aşarak filmin sonunda mutlu sona ulaşma teması da oldukça yaygındır. Bu tür filmler genellikle izleyiciye umut verir ve aşkın her türlü sıkıntının üstesinden gelebileceği mesajını iletir. Genellikle, çiftler arasında çeşitli anlaşmazlıklar, ihanetler, yanlış anlamalar veya yoksulluk, hastalık, ölüm gibi dışsal zorluklar ortaya çıkar. Bu zorluklar ve sorunlar, çiftin ilişkisini sınar ve karakterler arasındaki bağı zorlar. Ancak, çoğu zaman, çift bu zorlukları aşmayı başarır ve ilişkilerini daha da güçlendirir.

Bu tür filmler, izleyiciye ilişkilerin değerini ve aşkın zorlukları aşma gücünü anlatır; evlilik kurumuna olan inancı pekiştirir; ilişkilerdeki zorlukların üstesinden gelmek için iletişim, anlayış, sabır ve çaba göstermenin önemini hatırlatır, umut verir. Ancak bunlardan başka türlü filmler de var. Bu filmler ise genellikle evliliğin gerçekçi bir portresini çizerken, ilişkilerin ve evliliğin karmaşıklığını, çiftler arasındaki dinamikleri, ilişkiler üzerindeki toplumsal veya kişisel baskıları inceler; aşkın ve evliliğin değişken doğasını masaya yatırır, ilişkinin anatomisini çıkarır.

İşte evlilik hakkındaki gerçekçi bu tür filmlere beş ülkeden beş örnek seçtim.

1. Aşk ve Küller: Evliliğe Filtresiz Bir Bakış (ABD)

Hollywood filmlerinde evlilik genellikle ya aşırı romantize edilir veya aşırı dramatize edilir. Aşk ve Küller (Blue Valentine) ise aksine aşkın ve evliliğin karmaşıklığına dair filtresiz bir bakış sunuyor. Derek Cianfrance’in senaryosunu yazdığı ve yönettiği bu 2010 yapımı filmde, Ryan Gosling ve bu filmle ikinci Oscar adaylığını kazanan Michelle Williams, ilişkilerinin çalkantılı sularında yol almaya çabalayan Derek ve Cindy’yi canlandırıyorlar.

Aşk ve Küller (Blue Valantine) 2010

Filmin anlatı yapısı özellikle dikkat çekici. Film, geçmiş ve şimdiki zaman arasında gidip gelen doğrusal olmayan bir hikaye anlatımı kullanıyor. Bu karşılaştırma, aşkın geçici doğasını ve baştaki tutku aşaması ile uzun süreli ilişkilerde sıklıkla görülen hayal kırıklığı arasındaki çarpıcı tezatı gözler önüne seriyor.

“Aşk ve Küller”, evliliğin acımasız gerçeklerinden bahsetmekten kaçınmıyor. Sıcaklığını kaybetmiş bir ilişkinin karmaşıklığını derinlemesine inceliyor. Sevgi ve şefkatin zamanla aşınmasını acımasız bir dürüstlükle tasvir ediyor. Film; iletişim kopukluğu, samimiyet kaybı ve kişisel arzuları evlilik ve ebeveynlik sorumluluklarıyla dengelemenin zorlukları gibi temaları işliyor.

Karakterler kusurlu, hata yapıyor ve çoğunlukla birbirlerini anlamaktan veya desteklemekten aciz kalıyorlar. Bu gerçekçi evlilik tasviri, romantik filmlerdeki masalsı anlatıya tam bir zıtlık oluşturarak, izleyicilere bir evliliği zaman içinde ayakta tutmanın zorluklarına dair gerçekçi bir bakış sunuyor.

2. Ayrılık: Evlilik İki İnsan Arasında mı Gerçekleşir? (İran)

İranlı yönetmen Asghar Farhadi’nin yönettiği Ayrılık (A Separation), günümüz İran toplumunun arka planında evliliğin doğasını araştıran çarpıcı bir anlatı. Film sadece bir çiftin ayrılığının hikayesi değil, aynı zamanda evlilik ilişkisini şekillendiren ve çoğu zaman zorlayan toplumsal, ahlaki ve kişisel arzuları gözler önüne seriyor.

Ayrılık (A Separation) 2011

Hikaye, Tahran’da kendilerini ilişkileriyle ilgili bir yol ayrımında bulan, orta sınıf bir çift olan Nader (Peyman Maadi) ve Simin (Leila Hatami) etrafında dönüyor. Simin, kızı Termeh için daha iyi bir gelecek sağlamak umuduyla İran’dan ayrılmak istiyor. Nader ise Alzheimer hastası babasına bakmakla yükümlü olduğunu hissediyor. Bu temel fikir ayrılığı, Simin’in boşanmak talebiyle sonuçlanıyor. Hikaye ilerledikçe, bir dizi olay durumlarını daha da karmaşık hale getiriyor ve sınıf, din ve ahlak gibi bir ilişkiyi etkileyen daha derin faktörler gün ışığına çıkarıyor.

Farhadi’nin evlilik tasviri son derece gerçekçi. Nader ve Simin’in ilişkisi, sevgi ve nefret gibi siyah/beyaz alanlarda değil, gerçek ilişkileri karakterize eden gri tonlarda dolaşıyor. Anlaşmazlıkları, ailenin iyiliği için gerçek endişelerden kaynaklanıyor olsa da, daha derinlerde yatan kişisel özlemleri ve korkuları da ortaya koyuyor. Film, evliliğin sadece iki bireyin birleşimi olmadığını, aynı zamanda daha geniş toplumsal yapılar ve beklentilerle de derin bir şekilde iç içe geçtiğini gösteriyor. Çiftin diğer karakterlerle, özellikle Nader tarafından işe alınan bakıcı Razieh ile ilişkisi, sosyo-ekonomik eşitsizliklerden kültürel ve dini farklılıklara kadar çiftlerin karşılaştığı katmanlı zorlukları vurguluyor.

Usta yönetmen Farhadi’nin karakterlerin duygularını yakalamak için yakın çekimler kullanıyor. Böylece izleyici her gerilimi, her iç çekişi ve her gözyaşını hissedebiliyor. Diyaloglar otantik, Leila Hatami (Simin) ve Peyman Maadi’nin (Nader) performansları ise olağanüstü.

3. Bir Evlilikten Manzaralar: Evliliğin Yıkıcı Doğası (İsveç)

Ingmar Bergman’ın “Bir Evlilikten Manzaralar” (Scener ur ett äktenskap, 1973) adlı filmi belki de evlilik üzerine yapılan en gerçekçi filmlerden biri. 1973 yılında ilk olarak İsveç’te bir TV dizisi olarak yayınlanan film, bu sebeple epizodik bir yapıya sahip. On yıldır evli olan Marianne (Liv Ullmann) ve Johan’ın (Erland Josephson) evliliklerinin ve boşanmadan sonraki hayatlarının çeşitli dönemlerine odaklanan film, başarısız bir aşk ilişkisini ve bu ilişkideki duygusal savrulmayı ve kargaşayı güçlü bir şekilde yansıtıyor.

Bir Evlilikten Manzaralar (Scenes From a Marriage) 1973

Film, Marianne (Liv Ullmann) ve Johan’ın (Erland Josephson) mutlu ve kaygısız ilişkileriyle başlıyor ve ilişkilerinin zamanla bozulmasını gösteriyor. Her bölümde tartışmalar artıyor ve giderek hayatta istedikleri şeylerin farklı olduğu anlıyorlar. Bergman aşkın geçiciliğini, evliliğin zaman içinde geçirdiği değişimi, mutluluğun da ve acının da kaynağı olabileceğini gösteriyor.

Filmdeki karakterlerin sahiciliği, çatışmalarının ve mutsuzluklarının gerçekliği izleyicinin onlarla empati kurmasını kolaylaştırıyor. Liv Ullmann ve Erland Josephson, gerçekçi ve duygusal bir şekilde karakterlere hayat verirken güçlü ve karmaşık bir performanslar sergiliyorlar. Filmde en güçlü anlardan biri, Johan’ın Marianne’i terk ettiği sahne. Basit ama güçlü bir şekilde çekilmiş bu sahne, karakterlerin gerçek duygularını çarpıcı bir şekilde yakalıyor. Kamera, Johan’ın gitmesini izleyen Marianne’in yüzünde kalıyor ve uzun uzun hissettiği acıyı gösteriyor.

“Bir Evlilikten Manzaralar”, başarısız bir ilişki ve bununla birlikte gelen duygusal kargaşa hakkında güçlü bir film. Aşkın ve insan deneyiminin karmaşıklığının ham ve samimi bir yansıması. İlişkilerin ve insan deneyiminin karmaşıklığını keşfetmek isteyen herkes izlenmeli. Film, 2021 yılında mini dizi olarak ABD’de HBO tarafından tekrar çekildi ancak ben orjinalini tavsiye ederim.

4. Noelden Sonraki Salı: Evlilik Herşeyi Affeder mi? (Romanya)

Yönetmen Radu Muntean’ın “Noel’den Sonra Salı” (Marti, dupa Craciun) filmi, evlilikte sadakatsizliği ve buna eşlik eden duygusal çalkantının karmaşıklığına minimalist ve gerçekçi bir bakış olarak nitelendirilebilir. 2010 tarihli film, karısı ile sevgilisi arasında kalmış Paul (Mimi Brănescu) adlı bir adamın hayatına odaklanıyor. Paul’un on yıldır evli olduğu Adriana’yı (Mirela Oprisor), kızının dişçisi Raluca (Maria Popistașu) ile aldatmasının hikayesini anlatıyor. Filmi, sadakatsizlikle ilgili diğer onlarcasından ayıran özelliği ise, minimalist tarzı ve melodrama başvurmaktan kaçınması. Filmde gürültülü kavgalar, dramatik çatışmalar ve kolay cevaplar yok. Bunun yerine Muntean, izleyicinin karakterlerin dünyasına dalmasına, duygularının her nüansını hissetmesine izin veren uzun, kesintisiz çekimleri tercih ediyor.

Noelden Sonraki Salı (Tuesday, After Christmas) 2010

“Noelden Sonraki Salı” sadece evlilik dışı bir ilişki hakkında değil; evliliğin kendisi hakkında bir film. Paul’un hem Adriana hem de Raluca ile ilişkisi aracılığıyla, evliliğini tanımlayan rahatlığı, rutini ve derin sevgiyi, aynı zamanda yeni bir ilişkinin tutkusunu, heyecanını ve yeniliğini hissediyoruz. Film, aşkın, bağlılığın ve mutluluğun doğası hakkında sorular ortaya atıyor. İki kişiyi aynı anda sevmek mümkün mü? Bir evlilik, yerine getirilmemiş arzuların ve hayallerin ağırlığı altında hayatta kalabilir mi? Muntean kolay cevaplar vermiyor, ancak izleyiciye kesinlikle üzerinde düşüneceği çok şey söylüyor.

Filmdeki performanslar olağanüstü. Mimi Brănescu, Paul karakteriyle tasviri hem ince hem de derinden etkileyici, bir ahlaki ve duygusal ikilemde yakalanan bir adamın özünü yakalayabiliyor. Maria Popistașu ve Mirela Oprisor, izleyiciyi Paul’un hayatındaki rolleriyle empati kurmaya yönlendiren aynı derecede etkileyici performanslar sergiliyor.

Evliliğin tüm karmaşıklığını, neşesini ve kalp kırıklıkları ile gerçekçi bir tasvirini arayanlar için kaçırılmaması gereken bir film. İlişkilerde doğru ile yanlış arasındaki çizgilerin genellikle bulanık olduğunu ve eylemlerimizin sonuçlarının tahmin edemeyeceğimiz şekillerde sonuçlanabileceğini hatırlatan dokunaklı, söyledikleri kadar söylemedikleri ile de ilgiyi hak eden bir film.

5. Öğleden Sonra Aşk: Evliliğin Felsefesi (Fransa)

“Öğleden Sonra Aşk” (L’Amour l’après-midi, 1972) Éric Rohmer’in “Altı Ahlaki Hikaye” serisinin son filmi. Filmde olaylar, karısıyla mutlu olan fakat kendini başka kadınları hayal etmekten zevk alan Frédéric’in (Bernard Verley) etrafında gelişiyor. Hayatı, eski bir arkadaşı olan Chloé (Zouzou) ile karşılaştığında tamamen değişiyor. Arkadaşlıklarının yeniden canlanmasıyla Frédéric, Chloé’e karşı hissettiği duyguların ve arzuların ahlaki sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalıyor.

Öğleden Sonra Aşk (Love in the Afternoon) 1972

“Öğleden Sonra Aşk”, evlilik ve insan psikolojisi üzerine incelikli bir film; toplumsal normlar ve bireysel arzular arasındaki çatışmaya odaklanıyor. Rohmer’in filmi, evliliği sadece bir toplumsal yapı olarak değil, aynı zamanda duygular, taahhütler ve ahlaki seçimlerin karmaşık bir birleşimi olarak gösteriyor. Evlilik hayatının getirebileceği monotonluğu ve rutini gösterirken, aynı zamanda onunla gelen derin arkadaşlığı ve anlayışı da vurguluyor. Frédéric’in iç mücadeleleri ve karısı Hélène (Françoise Verley) ile ilişkisi, ahlaki ikilemleri ve hayalleri, izleyicinin kendi eğilimlerine ve düşüncelerine bir ayna görevi görürken, kişisel değerler ve seçimler üzerine bir yansıma yaratıyor. Öte yandan, Chloé, özgürlüğün ve gerçekleşmemiş arzunun somutlaşması olarak Frédéric’in ahlaki pusulasını ve evlilik yeminin kutsallığını sorgulamasına sebep oluyor.

Rohmer’in görsel tarzı, izleyicinin karakterlerin zihnine derinlemesine dalmasına olanak tanıyor. Filmdeki hız, düşündürücü diyaloglarla birleşerek, karakterlerin psikolojisine detaylı bir bakış sunarken, onların duygularını ve çatışmalarını somutlaştırıyor. Sinematografisi, doğal ışıklandırması ve kompozisyonları filmdeki tematik derinliği tamamlıyor ve gerçekçiliği artırıyor. “Öğleden Sonra Aşk”, evlilik üzerine felsefi bir keşif arayanlar için kaçırılmaması gereken bir film.

İlgili Yazılar

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.