Türkiye’de okuryazarlık oranı yıllardır %90’ların üzerinde gösterilir. Oldukça yüksek bir oran bu. Peki bize ne anlatıyor? Aslına bakarsanız hiçbir şey, çünkü okuryazarlık tanımı oldukça sorunlu. Bir şekilde adını yazıp okuyabilen herkes okuryazar gibi gösteriliyor. Tabelaları, gazete manşetlerini okuyabiliyorsanız, okuryazar kabul ediliyorsunuz. Hatta “okuması var yazması yok” tabiri de özellikle kırsal kesimde çokça duyulur.
Gerçekte ise okuryazarlık hayat boyu süren,belirli bir okuma alışkanlığı kazanmış, okuyarak öğrenilen bilginin güncel yaşamda karşılaştığı sorunların ve soruların çözümünde kullanabilmeyi gerektiriyor. Kısaca okuryazarlığın bireyin hayatına bir artı değer katması, gözle görülür bir değişim yaratması bekleniyor. Bu da okuryazarlığı, okuma alışkanlığı ile ilişkilendiriyor. Örneğin Fransa’da okuryazarlık oranı %99. Ancak Fransa da satılan kitap sayısına baktığımızda bir kişiye yedi kitap düşüyor. Bizde ise beş kitaba bir kişi. Bu verilere göre her iki ülkedeki okuryazar oranın da %90’ların üzerinde olduğunu varsayabilir misiniz?
Bu durum internet toplum ilişkisinde de paralellik gösteriyor. Evet İnternet büyük bir icat. Bilginin dolaşımını ve ulaşılabilirliğini arttırdı ve toplumların gelişmesinde merkezi bir iletişim aracı olarak konumlandı. İnternetle birlikte “bilgi toplumu” “bilgi ekonomisi” gibi kavramlar hayatımıza girdi ve İnternet’in olanakları sayesinde gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerle arasındaki farkın giderek azalacağı yönünde tahminlerde bulunuldu. Bununla birlikte sosyal medya ya da Web 2.0 döneminde artık insanlar bilgiye tek yönlü erişimden öte, çok yönlü paylaşım ve kendini ifade edebilecekleri sayısız ortama kavuştular. Dolayısıyla artık İnternet alt yapısına sahip her toplum bilgiye ulaşma, yorumlama ve yayma konusunda gerekli her şeye sahip kabul ediliyor.
Peki gerçekten böyle mi? Türkiye teknolojik yeniliklere çok açık bir ülke. İnternet teknolojisi de özellikle son 10 yılda en ücra yerlere kadar yayıldı. 3G teknoloji ve akıllı telefonlarla sadece bilgisayarlarımız değil, telefonlarımız da internete bağlandı ve Türkiye’de İnternet’e erişen kişi oranı %70’lere ulaştı. Bu da oldukça yüksek bir oran. Buradan hareketle Türkiye’nin bir bilgi toplumu olma yolunda ilerlediğini ya da Türkiye’de bilgi ekonomisinden söz edilebilir mi?
Her şeyden önce İnternet okuryazarlığı diye bir şey var. Ve İnternet okuryazarı olmak tıpkı okuryazarlık gibi İnternet vasıtasıyla öğrenilen bilginin güncel yaşamda karşılaşılan sorunların ve soruların çözümünde kullanılabilmeyi gerektiriyor. Türkiye’de İnternet bilgiye ulaşım için değil ağırlıklı olarak sohbet, oyun ve video gibi eğlenceye yönelik olarak kullanılıyor. İnternet’i okey oynamak dışında kullanmayan bir kişiyi İnternet okuryazarı sayabilir miyiz?
Dünya’da kabul görmüş bir düşünce var: Klavye üretim, fare tüketim aracı olarak kabul ediliyor. Yapılan ölçümlemelerde Dünya’daki İnternet üzerinden bilgi üretiminin %70’inin de ABD tarafından yapıldığı ölçülüyor. Türkiye için böyle bir ölçüme rastlamadım, ancak çevremize bakarak İnternet kullananların ezici çoğunluğunun klavyeyi arama motoru kutusuna bir kelime yazmak için kullandığını görebiliriz. Ondan sonrası fare ile gidiyor. Kaldı ki İnternet üzerindeki Türkçe içeriğin büyük bir bölümü de İngilizce sitelerden alınan içeriğin çevirisi durumunda. Yani üretmiyoruz da.
İnternet’in nasıl kullanıldığı kadar nasıl kullanılması gerektiği üzerine yoğunlaşmalıyız. İnternet üzerindeki dolaşıma giren sınırsız bilginin toplumumuzu geliştirmesi ve iyileştirmesi için İnternet okuryazarlığının yaygınlaşması gerekiyor. Bilgi toplumu, ağ toplumu, katılım, saydamlık, etkileşim gibi kavramlardan söz etmemiz, ve bunların toplumuza olan etkisini tartışmadan önce İnternet’in kullanım şeklini değiştirmeliyiz. Burada en büyük görev elbette devlete düşüyor. Bilgi toplumu konusu artık bir tercih meselesi değil, bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor.