Jean Genet’nin homoseksüelliğe karşı tavrı, hızlı hayatının birçok evresinde değişimlere uğradı. Bununla birlikte, içinde yaşadığı toplumdaki değişimler de onun fikirlerini derinden etkiledi. Romanlarında, ıslahevinde ve hapishane öğrendiği homoseksüel rolleri ve homoseksüelliğin sado-masoşistik biçimlerini sundu. Hapishanelerdeki şiddeti bahane ederek, erkek/mahkum dünyasında homoseksüelliğe karşı savaşan tüm muhafazakarlara karşı Genet, tek başına sistemi savundu. “Bana göre, ben seçilmiş bir kişiyim; suçun ve suçlunun tarafında olacağım. Ve çocuklara, evlerinize, fabrikalarınıza, kanunlarınıza ve kutsal ayinlerinize girmeleri için değil, onları yoketmeleri için yardım edeceğim”
Mettray ıslahevinde, çekici bir oğlan ve mecbur bırakıldığı seksüel ilişkilerden gerçekten zevk alan hakiki bir homoseksüel olduğu için, diğer oğlanları peşinden koşturuyordu. Islahevinin sert çocukları ona ‘Asil Leydi’ adını takmışlardı. Çünkü seksüel ilişkiden çok, aşkı arayan romantik bir doğası vardı. O kaba çocukların küçük jestlerinde şevkat buluyordu: “Villory beni kanatları altına aldı. Aramızda eşine az rastlanır bir şefkat vardı. Buradan hareketle aramızdakilerin bir ‘romans’ olduğunu söyleyebilirdiniz. Ancak benim için çok değerli olan bazı zamanlar dışında pek müşfik biri sayılmazdı. Boynuna, üzerinde İsa figürü olan gümüş bir madalyon asılı, metal bir zincir takardı. Aşk yaptığımız zamanlarda, gözlerimi öpmekten yorulduğunda, işimi yapmaya başlardım; ağzımı, boynunun etrafında dolaştırır ve sonra yavaşça karnına inmek için göğsünde oyalanırdım. Boğazını öperken, o yavaşça kıvrılır, buynunda asılı olan madolyonu ağzıma doğru kaydırırdı. Birkaç saniye madolyonu ağzıma alıdıktan sonra aşağı inip organını yalardım. Menisini yuttuktan ve, vücudunu saran kıvırcık kıllarını öptükten sonra, yukarı tırmanır, boynunu öpmeye başlardım. Ve o tekrar madalyonu ağzıma sokardı.”
Genet 18 yaşındayken Fransız askeri olarak Suriye’ye gitti. Orada 16 yaşında Damascus adında bir berber çırağı ile ilk gerçek aşk deneyimini yaşadı. Genet’i etkileyen Süriyelilerin bu ‘romans’a karşı takındıkları duyarlı ve tacizkar tavırdı. “Sokakta tanıdığım herkes onunla aşk yaptığımı biliyor ve buna gülüyordu. Kadınlar peçeli ve hemen hemen görünmezdiler. Ama oğlanların, yaşlı ve genç erkeklerin hepsi gülümsüyor, bu durumla eğleniyorlardı. Bana, ‘Aha! Hadi git onunla’ diyorlardı”
Genet, hayatının her döneminde, birçok kısa süreli sevgiliye sahip olduğu halde, seks onun için duygusallıkla bağlantılıydı. Geçkin yaşlarında yaptığı bir röportajda bunu şöyle anlatır; “Cinselliği hiç bir zaman saf bir şekilde yaşamadım. Her zaman şefkatle karışıktı, belki bunlar gelişi güzel sevgilerdi, ama seks hayatımın sonuna kadar herşey yolunda gitti. Demek istediğim, hiçbir zaman insani duygulardan arınmış, beyhude aşk yapmadım. Benim için aşk, rollerle değil, insanlarla, erkeklerle, bireylerle ilgili birşeydi. Kendi yaşımda erkeklerle ilgilendim- beni zorlamayın çünkü bunu anlatmak oldukça güç. Aşkı asla tanımlayamadım. Ancak, sadece aşık olduğum erkeklerle birlikte oldum. Böyle olmasaydı eğer, sadece zengin adamlarla para için aşk yapardım.”
Otuzlu yaşlarında, roman yazdığı dönemde, hemen hemen her zaman baştan çıkarabildiği ‘normal’ sert erkekler ile, ilişkiye girmek için ona para veren, horgördüğü, dövdüğü ve bazen de soyduğu ‘gay’ler arasında bir ayrım yaptığı görülür. Tanınmış bir yazar olduğu dönemde, ‘Java’ lakaplı bir serseriyle yaşamaya başladıktan sonra, Java’yı, homoseksüelleri hırpalaması için teşvik etti. Onun hırsızlara olan bağlılığı, diğer homoseksüellere karşı bağlılığından kesinlikle daha güçlüydü.
Genet, özellikle sert erkeklerden (straight) hoşlanmaya başladıktan sonra, onların kız arkadaşlarını ve karılarını hoşgörmek (hatta bazen kollamak) durumunda kaldı. Lucien Senemaud’la olan beraberliği sırasında onun karısına ve çocuklarına arkadaşça davrandı, hatta onların geçimlerini sağladı. Bu çeşit homoseksüellik, eski Akdeniz ülkelerinde yaygın olarak görülse de, çalışan sınıfların görece zenginleşmesi ve geleksel ahlak anlayışının zayıflaması ile birlikte son yıllarda oldukça seyrektir. Çünkü bu iki gelişme ile beraber, genç erkekler erken yaşlarda evlenmekte ve evlilik öncesi heteroseksüel ilişki hoşgörülmektedir.
Önceleri, hiçkimse, iyi kalpli, kesesi dolgun bir amcanın, yoksul bir delikanlının umutlarına destek çıkmasını ‘sömürü’ ya da ‘sapıklık’ olarak değerlendirmezdi. Elbette homoseksüellik açıktan açığa kabul gören bir durum değildi, bununla birlikte şefkate dayanan ilişkiler açığa vurulmadıkça, hiç kimse, özellikle de “şanslı” çocukların anne babaları kılı kırk yarmazdı.
Genet, her zaman kendini, genç sevgililerinin babası gibi görme eğiliminde oldu. Kazandığı ilk ‘yasal’ parayı (Hizmetçiler oyunundan elde ettiği gelir), Lucien’e kendine iyi bir ev alması için verdi. Bununla birlikte, Genet yoksul oğlanlara yardım eden bir burjuva zengini değildi. O her zaman eski bir hırsız, bir serseri, oyunlarında ve romanlarında yücelttiği kötü adamdı.
Genet’nin saf kan bir homoseksüelle olan tek ilişkisi tam bir hayalkırıklığı ile sonuçlandı. Bir İtalyan jigolo olan sevgilisi, Genet’yi kırık bir kalple bırakıp, zengin bir İngiliz’e kaçtı. Bunun üzerine Genet, homoseksüellik hakkında hiçbir zaman bitiremediği ve çok sonraları 1954’de, Fragmanlar (Fragments) adıyla basılan oldukça karamsar bir metin kaleme aldı. O zamanlar, Genet iki nedenden ötürü bunalımdaydı: Böbreklerindeki hastalıktan dolayı öleceğini düşünüyordu ve artık roman yazamıyordu.
Fragmanlar’da ki şairane bir yazısında Genet, Homoseksüelliğin “suçluluk temalı bir deneyim” olduğunu söyler. Onunla başetmenin, onunla birlikte yaşayabilmenin bir yolu yoktur. Homoseksüellik her homoseksüeli dünyadan -diğer homoseksüellerin dünyalarından bile ayırır. Çünkü insanlar arasında paylaşılan ortak duyguyu -cemaat hissini yaratan dildir, ve homoseksüeller sahte, taklit bir dilden daha fazlasına sahip değildir “-dili eritir, yokeder, gülünçleştirirler.” Oğlancılar, vatandaşlarını birleştiren bir uygarlık kurmaktansa, onları birbirinden izole ederler.
Bu aşırı yalnızlık karşısında, Genet umutsuzca bununla başetmenin yollarını hayal eder. Yaşlı oğlancı onu dünyaya ait hissettirecek ve kendini ona adayacağı genç bir aşık bulur. Genet’nin aşıkları onun “dünyadaki temsilcileri” veya “yaşamın içindeki nahif elçileri” haline gelir.
Homoseksüelliğin yalıtılmışlığıntan uzaklaşmanın bir diğer yolu kesinlikle sanattır, ama Genet’nin sürekli yaptığı biçimde, ölümü kutsallaştıran çok özel bir sanat. Genet’nin stratejisi, homoseksüel bir Mısır imgelemi, hayali medeniyet için bir ölüm kitabı tasarlamaktır. Genç Genet, Sartre’a yazdığı bir mektupta bu olasılığı araştırmıştır. Mektupta, homoseksüeller için tek çıkış yolunun sanat eserlerinde, (yalıtılmış) hayatındaki kasvetli, ölüme dair temalara dönüş olduğunu yazmıştır. Genet, şiirin işlevinin ölüme dair temaları, imgeleme dönüştürmek ve “kişiye özel, sınırlı ne varsa herşeyi evrensel bir anlama aktarmak” olduğunu iddia eder.
Yıllar geçtikçe, Genet homoseksüellik konusunda daha iyimser görüşlere sahip olur. Yetmişli yıllarda Kara Panterler ve Filistinliller hareketlerine katılır, ve bu iki grup içinde cinsel eğilimine yaslanarak yer edinir (bununla birlikte bu gruplar içinden birisiyle seviştiğini gösteren kesin bir kanıt yoktur). Homoseksüel kimliğini, farklılıklara karşı mesafeli olan Filistinlilerden saklamak gereği duymaz. Filistinliler Genet’in tercihlerini bu ölçüde sahiplenme ve dışavurma cesaretini takdir ederler.
Bununla beraber, Genet 1970’lerin başında Paris’te düzenlenen Gay gösterilerine hiçbir zaman katılmadı. Çünkü Genet kendi ülkesindeki siyasi konulara ilgi göstermiyor, ve tüm dikkatini Fransa dışındaki hareketlere, özellikle Filistin Hareketine veriyordu (Genet, Filistin tarihinin bu en hassas döneminde onlara destek çıkan tek Batılıydı). Fakat, bu dönem içinde Genet, homoseksüelliğini geri plana atmadı. Kara Panterlerin ‘beyaz erkek’ düşmanlarını (özellikle Nixon) kastederek kullandıkları ‘ibne’, ‘punk’ gibi kelimelerden rahatsızlık duydu. Bunun üzerine Panterler’in lideri Huel Newton, 15 ağustos 1970’de Kadın Özgürlük Hareketleri ve Gay Özgürlük Hareketleri adında bir makale yazmak gereği duydu. Bu makalede Newton şöyle diyordu; “okuduklarım ve hayat deneyimim boyunca homoseksüellere özgürlük veren ve onlara hoşgörü gösteren tek bir topluma rastlamadım”. Newton herkes için özgürlük çağrısı yapıyor ve “insanların bedenlerini diledikleri gibi kullanabilme haklarını” savunuyordu. Newton’a göre, bazı homoseksüeller devrimci olmayabilirlerdi, bununla birlikte; “birçok homoseksüel, devrimci olma potansiyeli taşıyor, ve devrimci konferanslarımızda, gösterilerimizde ve toplantılarımızda, onlar da katılmalı ve Gay Özgürlük Hareketi olarak bizimle birlikte saf tutmalı”ydı.
Genet’in gaylerin devrimci potansiyel ile ilgili düşünceleri vardı 1972 yılında bir söyleşide bu düşünceleri şöyle açıkladı; “Bir insan sadece homoseksüel olduğu için devrimci değildir… Bazı homoseksüeller vardır, farklılıklarını ve özel durumlarını ortaya çıkarmak isterler. Bu istek içinde yaşadıkları sistemin keyfiliğinin ve adaletsizliğinin farkına varmalarına sebeb olabilir. Acak bazıları vardır, göze çarpmamak ve sistem içinde kendilerine bir yer bulmak isterler ki, bunların varlığı sistemi güçlendirir.” Genet’in (ve Newton’un) argümanlarında altı çizilmesi gereken, ikisinin de, homoseksüellerin Kara Panterler gibi hareketlere nasıl hizmet edebileceği ile ilgilenmeleridir.
Genet bir gece, oldukça çok uyku hapı içti ve pembe bir robdöşambr giyerek dört Panter’le dansetti. Daha sonraları Angela Davis, Genet’nin cinsel kimliğini ciddi bir iletişim aracı olarak kullandığını ve izleyicisine göre esnekleştirebildiğini söyler. Kate Millet feminizm üzerine yaptığı önemli çalışması Cinsel Politika’da (Sexual Politics) Genet’in Çiçeklerin Meryem Anası (Our Lady of the Flowers) adlı romanının bir feminist edebiyat örneği olduğunu, çünkü kadınlığın bir biyolojik gerçeklik olmaktan çok herhangi bir kimsenin, özellikle bir erkeğin sahip olabileceği toplumsal bir rol olduğunu gösterdiğini iddia eder.
Fransa’da Genet ismini bazı gay hareketlerinin yayımlarına verdi, ama gay hakları onun gündeminde hiçbir zaman öncelikli olmadı. 1983’de yaptığı bir röportajda Genet, gay hakları ya da herhangi bir siyasi konuda roman yazmayı düşünmediğini söyler: “Ben kitaplarımı homoseksüellerin özgürleşmeleri için yazmadım. Kitaplarımı farklı sebeblerden dolayı -kelimeleri, virgülleri, cümleleri zevkten arındırmak için yazdım” Genet, sanatsal ve siyasal devrimin aynı kulvarda yer alamayacağını, devrimci mesajların geleneksel şaşadan uzak akademik biçimlerde iletilebileceğini savunur.
Genet bir yandan da homoseksüelerin özgürleştirmek için en çok heteroseksüellere görev düştüğünü,ve Freud’un yaptığı gibi çocukların cinselliğini ayrım yapmadan ele alan evrensel bir biseksüel teorinin bu özgürleştirme sürecinde bir işe yaramayacağını iddia eder.
Genet, 1950’lerde, homoseksüellerin izole olmuş ve yalıtılmış olduğu yolundaki fikirlerinin aksine, 1980’lerde onların cesur olduklarını ve devrimci bir potansiyel taşıdıklarını düşünmeye başlar. Cinsiyet değiştirmeye karşı bir hayranlık beslemektedir. Cinsiyet değiştirmeyi bir kahramanlık olarak görür ve bunu, Filistinli askerlerin cesareti – ya da Mozart’ın Requiem’in de ifade edilen şekliyle ölüm karşısında duyulan çoşku ile aynı kefeye koyar.
Genet’in homoseksüellik hakkındaki fikirleri ne kadar belirsiz ve kaçamak olursa olsun, kendi jenerasyonundaki yazarlar arasında yalnız o homoseksüel kimliğini samimi bir biçimde açıklamış ve eserlerine yansıtmıştır. Halbuki, Proust’un tüm romanlarında anlatıcı heteroseksüeldir, Gide Carydon’u imzasız olarak bastırmıştır,ve Cocteau La Livre Blanc’in yazarı olduğunu hiçbir zaman kabul etmemiştir. Bununla birlikte Genet’in 1940’larda yazdığı romanlarda anlatıcı bir homoseksüel, pasif bir homoseksüel –Jean Genet’tir.
Genet romanlarında aristokrat aşıkların kucaklaştığı terk edilmiş şatoları değil, gay gettolarını göstermiştir. Transeksüelleri, onların pezevenglerini anlatmıştır. onların ırklarını karıştırmış, dillerini kaydetmiştir. Daha da önemlisi Çiçeklerin Meryem Anası romanındaki baş karakter Divine ile Fransız Edebiyatına transeksüel bir kahraman kazandırmıştır. Şu da var ki, orta sınıfın gay yazarları homoseksüellik metaforunu bir hastalık, acınması, hoşgörülmesi ve sempati beslenmesi gereken bir arıza olarak gösterirken, Genet onu bir suç, bir günah olarak kutsamış ve okuyucuyu tedirgin eden bir tarzda sunmuştur.
Yazan: Edmund White
Çeviren: Özgür Kurtuluş