Medya çalışmalarında Ekonomi-politik yaklaşım temel olarak madyanın kurumsal sahipliğini, ve bu kurumları endüstriyel bir ilişki ağı içinde birbirine bağlayan, diğer endüstrilerle, ekonomik yapıyla, ve sosyal elitle ilişkilerini kuran faktörleri inceler. Birleşme, farklılaşma, ticarileşme, ve uluslararasılaşma gibi olgular çerçevesinde medya pratiğinin ve içeriğinin nasıl belirlendiğini araştırır. Ekonomi politik medyanın konumlanışını ve işleyişini makro ölçekte bir toplumsal analiz içinde, toplumdaki iktidar ilişkileri çerçevesinde irdeler. Bu iktidar ilişkileri, kaynakların üretim, dağıtım ve tüketim süreçleri üzerinde yoğunlaşır. Ekonomi politik bütün bu süreçlerin analizini bütünsel (holistic) bir toplumsal yapı içinde değerlendirir ve bunu yaparken adalet, eşitlik, kamu yararı gibi bir takım temel ahlaki sorunları göz ardı etmez. 1970’lerden sonra ekonomi politik yaklaşımlar, sadece kültürel malların üretim ve dağıtım süreçleriyle değil, bu malların kendine has doğası ve ideolojik yanına da odaklanmışlardır. Bu (kültürel) malların öteki endüstrilerle olan benzerliklerinin yanında, farklı olan taraflarına dikkat çekmişlerdi. Bu farklılıklar özellikle onların imgeleri ve söylemleri düzenlemede oynadıkları rol çerçevesinde medya içeriği üzerinde yoğunlaşmıştır. Bununla birlikte medya kurumları ve devlet arasındaki ilişkiler (deregulation) , medya kurumları arasındaki birleşmeler (consolidation) ve medyanın gitgide artan bir oranda teknolojiye bağımlılığı (dijitalization), küreselleşme sorunsalı çerçevesinde araştırma sınırları içine girmiştir.
Kültürel çalışmalar kendinden önceki marksist geleneğin, antropolojinin ve kültürelci yaklaşımların bir çoğunu bünyesine katarak, kültür ve ideoloji arasındaki, maddi, toplumsal ve tarihsel ilişkileri inceleyen yeni bir alan tanımlaması yapma girişimi olarak görülebilir.. Bunu yaparken ağırlıklı olarak, Louis Althusser’in ‘ideolojik devlet aygıtları’ kavramı ve Antonio Gramsci’nin ‘hegemonya’ kavramınından yararlanır. Althusser, mevcut toplumsal üretim ilişkilerinin maddi varlığının muhafaza edilebilmesi için, bu ilişkilerin, üretim ilişkileri dışındaki toplumsal kurumlarda (üstyapı) yeniden üretilmesinin gerekliliğini altını çizer.. Bu yeniden üretim, okul, aile, ordu gibi tüm toplumsal kurumları içine alıcak şekilde genişler. Bu kurumlar devletin ‘ideolojik aygıtları’ olarak kavramsallaştırılırlar ve mevcut toplumsal kurumları, pratikleri değer ve normları idealize ederek, toplumdaki eşitsizlikleri, ekonomik sömürüyü, ırk ve cinsiyet ayrımcılığını gizlerler. Bu kurumlar ki kültür de bir üstyapı kurumudur, üretim ilişkilerindeki egemenlerden ve bu egemenlerin somutlaştığı devlette ’görece özerk’tirler. Egemen sınıf ve üretim ilişkilerinin, bu kurumlar üzerinde tam bir denetimleri olmasa da, ‘son kertede’ belirleyicidirler. Bununla birlikte kültürel çalışmalar, bu görece özerkliği farklı yorumlama eğilimindedirler, altyapı, kültür üzerinde son kertede değil, ilk kertede belirleyicidir. Mevcut üretim ilişkileri ve yapıları oyunun kurallarını koyar ve toplumsal deneyimler bu kurallar içinden gelişir.
Kültürel çalışmaların bir diğer teorik ardyöresini, Gramsci’nin hegemonya teorisi oluşturur. Kültür, ideolojik söylemlerin bir çatışma alanı olarak kavramsallaştırılır. Başat söylem, bu mücadele içinde gücünü, ‘rıza’, ‘oydaşma’, ‘sağduyu’, ‘kamuoyu’ gibi şiddete dayanmayan baskı biçimlerinden alır. Bu anlamda hegemonya, tek bir yönetici sınıfın tahakküm süreci olmaktan ziyade, sürekli kazanılması gereken, lternatif radikal söylemlerle mücadeyi gerektiren ve belirli bir tarihsel döneme özerk bir süreçtir. Medya,, din, ordu, aile ve diğer kültürel kurumlar bu mücadelenin verildiği alanlardır. Ancak bu eşit bir mücadele değil, toplumdaki maddi kaynaklara sahip olnaların avantajlı oldukları asimetrik bir ilişkiler bütünüdür. Dolayısıyla, hegemonya her zaman için bir tarafın (başat söylemin) alehine işler. Alternatif söylemler ve ideolojiler ise kendlerini bu başat söyleme göre tanımlar, ona eklemlendikleri ölçüde varolurlar.
Kültür çalışmalarının kültür konusunu, toplumdaki ideolojik yapıları, hegemonya mücadelesini içine alacak bir genişlikte ele almaları, kültürün artık, nesilden nesile aktarılan bir bilinç ve davranış bilgisi olarak sosyolojik bir temelde kavramsallaştırılmasını zorlaştırır. Kültür hem pratik hem de deneyimdir.[1] Bu anlamda kültürel çalışmaların nesnesi, sadece, metinler, filimler, romanlar, müzik gibi kültürel ürünler değil, bu ürünlerin üretim, tüketim, dağıtım süreçlerini belirleyen pratiklerdir. Bu noktada, ideoloji, bir yanlış bilinçlenme ya da yalnızca, belli bir grubun değerler normlar ve çıkarlarını topluma kabul ettrime süreci olarak kavranmaz. Toplum üzerine dayatılmış verili bir gerçeklik ya da bir dünya görüşü değildir. İdeoloji, bir içerikten ziyade, bir yapıdır; imgelerin ve kavramların düzenlenmesini ve işlev görmelerini belirleyen bir kurallar dizisidir. Hegemonya içinde bu kurallar sadece egemen ya da başat söylemin ortaya çıkmasında değil, tüm söylemlerin oluşturulmasında rol oynarlar. Kültür olgusu, ancak bu kurallar bütününün ortaya çıkarılması ve ‘anlamlandırma siyaseti’ içinde, başat söylemin iktidarını nasıl kurduğunun anlaşılması ile kavranabilir. Bu anlamda kültür, homojen, monolitik bir bütün olmaktan çok, verili bir zaman dilimi içinde, belirli bir toplumsal yapıdaki değişken görünümlerdir. Kültür dünyayı anlamlandırma sürecidir. Pasif deneyimlerden ziyade, temsiller ve söylemler içinde sürekli yeniden üretilen aktif katılımı içerir. Bu anlamda ekonomi altyapı tarafından belirlenen değil, mevcut üretim ilişkileri ile ortaya çıkan koşullar içinde bir mücadele sürecidir.
Kültürel çalışmalar ile ekonomi politik arasındaki temel farklılıkları ortaya sermek özellikle son 20 yıldır bu iki yaklaşımın medya üzerine geliştirdiği argümanların gitgide birbirine yaklaşmasıyla birlikte zorlaşmaktadır. Bununla birlikte belkide en temel ayrılık noktası ekonomi politiğin, medyanın kurumsal işleyişi üzerine yaptığı vurgu ile kültürel çalışmalara nazaran daha ‘gerçekçi’ bir kavrayış varsaymasıdır. Kullandığı kurumsal inşalar yalnızca görüngüsel değil, maddi çevreyle ve materyal ilişkilerle ilgilidir. Buna ek olarak ekonomi politiğin çözümlemelerini tarihsel bir sürece dayandırdığı söylenebilir. Ekonomi politiğin araştırma nesnesi olarak medya kurumunun kendisini ve bu kurumun tarihsel gelişimini incelelerken, kültürel çalışmalar daha öncelikli olarak medya ürünlerinin anlamın inçşasını, söylemsel yapıların oluşumunu, bunların belirli anlatım form ları içinde nasıl oluştuğunu ve ideolojik mücadeleyi ön plana çıkarır. Bu anlamda ekonomi politik, sosyo-ekonomik verilerin değerlendirilmesi, yayıncılık siyasası gibi konularda araştırmasını odaklarken, kültürel çalışmalar daha çok metindeki anlamı ve bu anlamın yorumlanmasını anlamaya yönelik, metin analizleri, söylem analizleri ve izlerkitle üzerinde çalışmalar üzerine yoğunlaşır. Genel anlamda ekonomi politik daha çok macro analizlere yönelirken, kültürel çalışmaların mikro düzeyde çalıştığını öne sürebiliriz. Elbette bu iki farklı yaklaşımın birbirine karşı olan üstünlükleri tartışmaya açıktır. Bununla birlikte, ekonomi politik yaklaşımın özellikle izleyici üzerine ve üretilen ürünlerin alımlanması sürecine ilgisiz kaldığı, buna karşın kültürel çalışmaların sunduğu kültürel endüstrilerin işleme biçimlerinin analizinin, bunların fiilen endüstri olarak nasıl işledikleri ve ekonomik örgütlenmenin anlamın üretimi ve dolaşımına nasıl nüfuz ettiği konusunda pek bir şey söylememesi, iki yaklaşımında eksiklikleri olarak belirlenebilir.
Bnunla birlikte, her iki yaklaşımında temel bazı varsayımlarda hem fikir olduğu söylenebilir. Bunlardan biri kültürün endüstrileştiği ve medyanın bu endüstrinin taşıyıcısı olduğu yollu görüştür. Kaba olarak ekonomi politik yaklaşım bu endüstrinin genel bir ekonomik yapı içindeki dinamiklerinin araştırırken, kültürel çalışmalar kültürel ürünlerin (ya da metinlerin) oluşum ve tüketim süreçleri üzerinde odaklaşır. Ekonomi politik yajklaşım, şirketlerin (medya kurumlarının) gelişmesi, genişlemesi, diğer sektörlerle olan ilişkisi ve bu şirketler üzerindeki devlet ve hükümet müdehalesinin rolünü incelerken, kültürel çalışmalar kültür ürünlerinin oluşumunda rol oynayan etmenleri, anlam oluşturma süreçlerini ve tüketim ya da alımlama sırasındaki kodaçımını inceler.
Her iki akımda medya ve kültür kavramsallaştırmaları yönünden Frankfurt Okulu’na çok şey borçludur. Okulun kültür endüstrisi tezi, eleştirel medya ve iletişim çalışmaları için bir çıkış noktası olmuştur. Kabaca bu tez, Ortadoks Marksizmin klasik deterministik altyapı/üstyapı kavramsallaştırmasından farklı olarak bu tez, kültürün endüstrileşmesinin, ve kültürel ürünlerin meta haline dönüşmesinin altını çizmekte ve bu ürünlerin ideoloji olarak oynadıkları rolü iredelemektedir. Ekonomi politiğin ve kültürel çalışmaların bir arada düşünüldükleri, ve sosyal bilimlerdeki araştırma nesnelerinin ampirik metodlara tabii kılınarak doğa bilimlerindekine benzer bir ‘gerçeklik’ olgusuna ulaşılmaya çalışılmasına bir tepki olarak gelişen ‘eleştirel’ yaklaşımın kökleri Frankfurt Okulu’nda bulunur. İletişim ve medya çalışmalarında da anaakımın temsil ettiği medya çalışmalarında uygulanan yönetimsel çalışmalara ve deneysel metodlara bir tepki olarak ekonomi politik yaklaşım ve kültürel çalışmalar ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte özellikle kültürel çalışmalar ile Frankfurt Okulu arasında büyük farklılıklar vardır. Kültürel çalışmalar, Frankfurt Okulunun kültür kavramsallaştırmasını seçkinci bulur ve reddeder. Frankfurt Okulu, kültür endüstrisi tezinde, kitle kültürü ile yüksek kültür arasında bir ayrım yapar ve kitle kültürünü olumsuzlar. Kültürel çalışmalarda ise kültür kavaramının genişletilmesine pararlel olarak kitle kültürü kavramı reddedilir ve yerine popüler kültür kavramı kullanılır. yüksek/kültür aşağı (ya da kitle) kültür gibi bir ayrım kabul edilmez, kültür bizzat deneyimlene bir şey olarak kabul edilir. Bununla birlikte Frankfurt Okulu düşünürlerinin kültür ürünleri üzerine yaptıkları çalışmalar, bu ürünlerin ideolojik işlevleri üzerine yaptıkları vurgular, kültürel çalışmaları önceler. Buna ek olarak Kültürel çalışmalar da, Frankfurt Okulu gibi belirli bir disiplinin sınırları içinde kalmadan çalışma alanını kültür olarak tanımlar. Bu tür bir alan tanımlaması, kültürel çalışmalara disiplinlearası bir serbesti tanır.
Frankfurt Okulunun Marksist ya da eleştirel düşüne en büyük katkılarından biri, klasik alt yapı/üstyapı ikiliğini aşan, ve kültürü başlı başına bir araştırma nesnesi olarak tanımlayan kültür endüstrisi tezidir. Ekonomi politik yaklaşımın bu tezden etkilendiği açıktır. Öncelikle kültürü ekonominin belirlediği, edilgen bir konumdan çıkararak bizzat ekonomik bir kategori içinde değerlendirmek, o güne kadar araçsal yaklaşımların etkisiyle, salt bir belirlenen olan kültürü, Marksist düşün için bir araştırma nesnesi haline getirmiştir. Kültür diğer bir çok sektör gibi bir endüstri kolu ve ondan daha fazlasıdır. en geniş anlamıyla medya bu endüstrinin taşıyıcı kurumsal gücüdür. Bu anlamda ekonomi politik araçsalcı yaklaşımın dışına çıkarak, medya kurumunu ve kültürel alan üzerine söz söyleme imkanı bulur.
Kanımca Frankfurt Okulu, ekonomi politik yaklaşım, ve kültürel çalışmalar, her ne kadar farklılıklar içersede, eleştirel gelenek içinde birbirlerinden ayrı düşünülemeyecek, ve medyanın ve toplumsalın incelenme sürecinde birbirleriyle sürekli etkileşecek yaklaşımlardır.