Medya Kültürü

yazan: Özgür Kurtuluş

Kültür üzerine herkesin üzerinde anlaşabileceği üç temel varsayımda bulunulabilir. Birincisi, insanların birarada yaşadığı yerde kültürden sözetmek mümkündür. İkincisi, farklı toplumlar farklı kültürlere sahiptirler. Son olarak, bireyin kişisel gelişimi ve diğer bireylerle olan ilişkileri kültür tarafından belirlenir. Ancak bu belirlenim parçalı ya da sosyal gerçekliğin bir kısmı olarak alınamaz, çünkü kültür kavramı tüm ekonomik siyasal ve teknoloji temelli ilişkileri kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bu anlamda kültür, tüm sosyal yapıları içinde barındıran kurumsallaşmış bir düzeyde tanımlanabilir. ‘Yapılar’ ile ‘kültür’ arasındaki geleneksel ayrım ortadan kalkar ve tüm yapılar kültürel ürünler olarak analiz edilebilir. Toplum ile kültür arasındaki bu dolaysız bağ, sosyal davranışın tümüyle bir değerler sistemi ve kültürel ürünler üzerinden belirlendiğini varsayar. Kurumlar, davranış yapıları, norm sistemleri, ve toplumsal modeller, bu değerler ve semboller kümesi içinde anlamlı hale gelirler.

Kültür, belirli bir toplumda, bireylerin ve grupların içinde geliştiği, deneyimler, bilgi dağarcığı, inanışlar, değerler, davranışlar, anlamlar, hiyerarşiler, zaman anlayışı, mekansal ilişkiler, materyal nesneler ve dünya görüşleridir. Bu anlamda değişik kültürler, değişik kimlikler yaratır. Kültürel kimlik, birbirini tamamlayan iki olguya işaret eder; belirli bir kültür ya da alt-kültür içinden tanımlanma ve diğer kültürlerin etkileriyle değişime uğrama. Bu anlamda kültürel kimlikler kendi içine kapalı bir çevrede oluşmazlar. Tüm sosyal süreçler gibi, başka kültürel değer sistemleri ile ilişki içindedirler. Kültürel sistemler birbirlerinden farklılıklarıyla ve kendi içsel mantıklarıyla tanımlansa da, diğer kültürlerle birçok benzerlikler gösterir. Bununla birlikte özellikle ulusal kültürel ilişkiler düzeyinde, bu ilişki tek yönlü, ve sınırlayıcıdır. Örneğin Amerikan dizilerinin Üçüncü Dünya ülkeleri kültürleri üzerindeki etkileri bu tek yönlü ilişkiye işaret eder.

Bütün bu argümanlar çerçevesinde şu soruyu  sormak gerekir. Medya kendi başına bir kültürel sistem olarak kavranabilir mi? Bu sorunun cevabı medyanın bir iletişim sisteminden daha fazlası olduğu varsayımı düzeyinde, ‘evet’ olabilir. Clifford Geertz Bir Kültürel Sistem olarak Din (Religion as a Cultural System) adlı makalesinde, kültürel sistemi şöyle tanımlar; kültürel sistem, içinde yaşayan insanların halet-i ruhiyesini (mood) ve güdülerini (motivations) belirleyen, kavramları ve tanımları belirli bir düzende formüle eden, bu kavramları bir sahicilik atmosferiyle kaplayan, bir sembolik sistemdir. [1]

Bu sembolik sistem içinde gerçeklik yeniden üretilerek bir temsil alanı yaratılır. Böylece insan kendisine verili olmayan gerçekliği semboller ve temsiller aracılığı ile üretir. Bu süreçte dil etkin bir rol oynar. Bununla birlikte yaratılan bu sembolik sistem ve onun temsil alanına aktarımı bir kültürel sistem içinde bütünleşir. Geertz sembollerin iki ayırdedici özelliğinin altını çizer. Birincisi sembollerin yer değiştirebilme kapasitesidir. Semboller gerçekliğin bulunmadığı yerde, yani gerçek nesnenin bulunmadığı alanda onun yerine geçer ve onu temsil eder.   Yer değiştirme iki şekilde olur. İlk olarak sembol, gerçeklik ile tümüyle aynı anlamda kullanılır. (symbols of reality). İlişkinin diğer yönü ise sembolik formun gerçeklik için bir model teşkil etmesidir. (symbols for reality). Bu çerçeve içinde, ‘ev nedir?’  sorusuna bir ev resmi göstererek cevap verilmesi sembolik formun gerçeklik ile kurduğu ilişkinin ilk yönünü oluştururken, bir ev yapmak isteyen bir kişiye  ev resmi verilmesi ilişkinin diğer yönüyle ilgilidir. Sembollerin ikinci ayırdedici özelliği, üretkenlik, sınırlı sayıda sembolle, sonsuz sayıda temsilin üretilebilmesidir. Buna en iyi örnek her biri birer sembol olarak tanımlanabilen harfler ile kelimelerin oluşturulması; ve bu kelimelerle sayısız cümlenin kurulabilmesidir. [2]

Bu tanımlamaların ışığında kültürel sistem, dil üzerinden kurulmuş sembolik formların bir bileşeni gibi kavranır ve bütün çatışmaların, uzlaşmaların ve diğer sosyal davranışların bu sembolik formların içinde ve yine bu sembolik formların arasında gerçekleştiği düşünülür.[3] Medya, bu anlamda kendine has bir dili kullanarak, sembolik yapılar üreten, ve bu yapılar üzerinden bir temsil alanı oluşturan bir kültürel sistem olarak kavranabilir. Medyanın yarattığı semboller, gerçeklikle tümüyle aynı anlamda kullanılarak, geniş bir yelpazede gerçek yaşantılar hakkında inanç ve davranış normları sağlayan ve bütünlüğü olan sembolik bir dünya oluşturma sürecinde rol oynar. Medyanın yarattığı  özgül bir dünya görüşü, bir değerler sistemi ve bir sembolik temsil alanıdır. Bu anlamda televizyon ne bir ‘pencere’ ne de sadece varolanın temsilidir. O kendi başına bir dünya, bir kültürel sistemdir.

Medya insanların dünyayı anlamlandırmaları, nesneler hakkında fikir sahibi olmaları için, kendi içinde örgütlediği ve düzenlediği bir düşünceler kümesi kurar. Bu düşünceler kümesi, deneyimler, bilgi dağarcığı, inanışlar, değerler, davranışlar, anlamlar, hiyerarşiler, zaman anlayışı, mekansal ilişkiler, materyal nesneler ve dünya görüşlerini içerir.  Böylece birey bu düşünceler kümesi içinde, olayları ve olguları açıklayabilme yeteneği kazanır. Tıpkı din gibi, medya da, insanların toplumsal yaşam içinde karşılaştıkları problemlere çözümler sunar, onun değişik olaylar ve olgular karşısındaki davranışını yönledirir. Medyanın yarattığı gerçeklik –ya da sembolik evren, tamamıyla doğallık ve nesnellik iddiası taşır.

Medyanın bir kültürel sistem olarak kavramsallaştırılmasının altında, onun da tıpkı din, mit ve ritüel gibi, kendine has bir değerler bütününe sahip olduğu fikri yatar. Medya kültürü tıpkı diğer kültürler gibi kendi dışındaki gerçekliklerle sürekli etkileşim halindedir, ve değişkendir. Medya kültürü tümüyle tasarlanmış, ‘yaratılmış’ ve topluma empoze edilmeye çalışılınan bir kültür değildir. Medya kültürü, her ne kadar, geleneksel kültürler gibi,  tarihsel bir süreç içinde toplumun içinden evrilmese de, ‘halk’tan bağımsız bir şekilde gelişmez. Medya yeni kültürel biçimler yaratırken, halihazırda varolan kültürlerden etkilenir onlara bir tepki olarak gelişir. . Medyanın kurduğu üstsöylem, toplumdaki diğer söylemlerle sürekli bir mücadele içindedir. Bununla birlikte bu üstsöylemin artyöresini, toplumdaki iktidar ilişkilerinde baskın olan, egemen gurup ya da sınıfların söylemi oluşturur. Ancak bu, araçsal bir yaklaşım çerçevesinde, medyanın ‘ideolojik bir aygıt’ ya da egemen sınıflara göbekten bağlı bir araç olduğu şeklinde kavramsallaştırmasını gerektirmez.. Medya metinlerinin oluşumu (kültürel ürünler), bir hegemonya mücadelesi içinde gelişir.

Bir toplumun, dolayısıyla bir kültürün varolabilmesinin temel nedeni iletişimse eğer,  medya bir iletişim örüntüleri kümesi olarak tam da kültür olgusunun merkezindedir. Ancak iletişim bir aktarma ya da birşeyi iletme olarak anlaşılmamalıdır. Önce bir gerçeklik varmış da biz bunun hakkında konuşuyormuşuz gibi birşey söz konusu değildir. Gerçeklik ya da gerçeklikler tam da iletişim sürecinin içinde yaratılır.(iletişimin olmadığı bir ortam da gerçeklikten bahsedilebilir mi?) Dolayısıyla medya birşeyleri aktaran bir araç değil, gerçeklikler yaratan bir toplumsal yapıdır. Medya, olgular olaylar ve söylemsel yapıları yeniden biçimlendirerek, onları yeniden yaratarak ortaya yeni birşey çıkarır. Dolayısıyla, toplumdaki ‘gerçek kültürler’ medyanın hammaddesini oluştururlar. Hans Mathias Kepplinger’in kavramsallaştırmasıyla, ‘gerçek kültür’ kelimenin tam anlamıyla başlıbaşına bir kültür olarak ele alınabilir.[4]  Yerleşmiş gelenekleri tarih içinde kuşaktan kuşağa aktaran ve toplumun üyelerinin kültürel bilincine egemen olan birincil (medya dolayımına girmemiş) deneyimlerle bağlantılı bir kültürü nitelemektedir. Tarihsel olarak çok eskilere dayandığı gibi, bir toplumsal hareket ya da bir müzik türü çevresinde gelişmiş de olabilir. Bu kültürler, medya kültürünün nüfuz etme düzeyine bağımlı olarak kültürel bilincin gelişmesinde daha güçlü veya daha zayıf bir rol oynarlar.

Medya Kültürü, gerçek kültürlerin bir yansıması ya da bir temsili değil, onların yeniden yaratılması ya da onları kullanarak yaratılan yeni bir kültürdür.  Medya toplumdaki çeşitli altkültürler, folk kültürle ve kültürel altkesitler arasında seçimler yapar, bazılarını dışlar, deforme eder, birleştirir ve yeni birşey sunar. Medyanın, ulusal ve uluslararası iletişimdeki merkezi rolü, onu bir meta-kültür haline dönüştürür.[5] Dolayısıyla medya kültürü aynı zamanda toplumdaki gerçek kültürleri değiştiren, dönüştüren bir özelliğe de sahiptir. Bununla birlikte ‘halk’, medyanın sunduğu kültürel ürünlere doğrıudan tabii değildir. Her sınıf, her gerçek kültür ya da altkültür, değişik sosyo-ekonomik çevrelerde yaşayan her birey bu metinleri farklı yorumlama kapasitesine sahiptir.

Medya kültürü birbirine bağımlı üç temel özelliği içerir: Üretim, ürün ve tüketim. Stuart Hall’un Televizyon Söyleminde Kodlama ve Kodaçımı (Encoding and Decoding in the Television Discourse) makalesinde, ortaya attığı, televizyon metinlerinin oluşum sürecini inceleyen model çerçevesinde, medya kültürünün bu üç özelliği incelenebilir.

Bu modeli medya kültürünün ürünlerinin ortaya çıkması ve etkisi süreci olarak okursak ilk aşama medyanın gerçek kültürlerle olan ilişkisidir. Gerçek kültürlerlerin simgeleri ve sembolleri süreklilik özeliğine sahiptir, belirli bir zaman dilimi ile bağlantılıdır, ve genellikle yüz yüze ilişkiler aracılığı ile kuşaktan kuşağa aktarılır. Gerçek kültürün simgeleri törensel ve tekrara dayalıdır. Gerçek kültürler göreceli olarak dışarı kapalı bir yapı sergilerler. Kendi değerlerini değişime karşı koruma eğilimi gösterirler. Değişim uzun bir süreçte yavaş yavaş olur. Medya kültürünün simgeleri ise yenilikçidir, sürekli bir yaratım sürecinde yenilenir. Yeni simgeler eskilerin yıkıntıları üzerine inşa edilir. Temel ilke, değişim, açıklık ve istikrarsızlıktır.  Medya kültürü yeni üyelere kolaylıkla erişebilir ve değerlerini sürekli olarak değiştirir. Medya kültürünün hammaddesi gerçek kültürlerdir. Gerçek kültürlerin sahip olduğu semboller, simgeler, değerler, kurallar ve normlar, medya tarafından alımlanır, ve bir üretim ya da yeniden üretim sürecine tabii kılınarak, medya kültürüne özgü yeni semboller, simgelere, değerlere, kurallara ve normlara çevirilir. Hall bu üretim sürecinde rol oynayan etkenleri şöyle sralamıştır, (gerçek kültürlere ait) anlamlar ve düşünceler, toplumsal olaylar ve olgular, ideoloji, üretim rutinleri, profesyönel ideoloji, kurumsal bilgi, izleyici üzerine önyargılar, teknolojik olanaklar…[6] Bu ögeler birbirleriyle sürekli ilişki içinde hammaddeyi işlerler ve onu bir ürün haline getirirler. Bu ürün, bir söylemsel yapı içinde, kodlanmış mesajlar, temsiller, değerler ve normlar içerir ve bir gerçeklik oluşturur. Üçüncü ve son aşamada, bu ürün alıcısıyla, (izleyici) ile buluşur ve mesajlar, normlar, değerler vs. kodaçımlanarak alımlanır; tüketim gerçekleşir. Dolayısıyla gerçek kültürden alınan yeniden yaratılarak tekrar gerçek kültüre verilir.  Sürekli bir döngü içinde bu süreç tekrarlanır. Dolayısıyla yine sürekli bir karşılıklı etkileşim söz konusudur.İzleyiciler tarafından yeni ürünler alımlandıkça, gerçek kültürlerde çeşitli düzeylerde değişime uğrar, ve dolayısıyla medyanın toplumdan aldığı hammadde farklılaşır.

Bu model çok kaba da olsa, medya kültürünün oluşumu hakkında bir fikir verebilir. Ancak altı çizilmesi gereken medya kültürünü, sadece bir metin olmadığıdır. Medya sunduğu metinlerle bireyi davranış biçimini, alışkanlıklarını, yaşayış tarzlarını tümüyle etkileyebilir. Medya kültürünün etkisi bir kapitalist ekonomi çerçevesinde incelenebilirse de bu sınırlı bir yaklaşım olur. Medyanın oluşturduğu sadece bir tüketim motivasyonu değildir, tüketim yapma tarzları ve tüketim dışında bireylerin ve söylemlerin birbbirleriyle olan ilişkileri de bu kültür içinden gelişir. Örneğin, hipermarketlerden alışveriş yapma pratikleri, medya kültürü içinden incelenebilir. Haftasonları bütün ailenin bir pazar ayinine gider gibi giyinip kuşanıp, uzun bir yolu göze alarak hipermarketlere gitmeleri sadece bir alışveriş pratiği değildir. Marketteki selelerin kullanılış şekilleri, rafların arasında şuursuzca dolaşa insanları tüketim mallarına karşı ‘olağandışı’ ilgisi, kasada bekleme ve alışveriş poşetlerini otomobillerine götürme tümüyle bir kültürel pratiktir. Bununla birlikte sanayi ürünleri de medya kültürü içinde sadece kullanım değerleriyle değerlendirilemezler. Örneğin bir otomobil kullanma pratiği tümüyle bir kültürel davranıştır. Otomobil basitçe insanları bir yerden bir yere kolay ve hızlı bir şekilde götüren teknolojik bir araç olarak tanımlanamaz. Medya kültürü içinde otomobil bir simgesel değer kazanır ve otomobil kullanma pratiği kültürel bir davranış şeklini alır. Bu sadece reklamlar  aracılığı ile değil,  kaza haberleri, televizyon dizileri, yarışma programları gibi tüm medya ürünleri tarafından belirlenir. Buna ek olarak tüm toplumsal ilişkiler medya kültürü içinden  yeniden tanımlanabilir, incelenebilir ve eleştirilebilir. Daha önce belirttiğim gibi, medya toplumun bir aynası ya da toplumsal ilişkilerin (çarpıtılmış da olsa) bir temsili değil, başlıbaşına bir gerçeklik, gerçek yaşantılar hakkında inanç ve davranış normlarısağlayan sembolik bir anlatımdır. Dünyanın ne bir penceresi ne de yansımasıdır. O kendi başına bir dünyadır.

Medya kültürü kavramsallaştırması, popüler ve kitle kültürü tartışmaları içinde nasıl bir yere oturabilir? Elbette medya, bu tartışmaların tamamıyla içindedir. Milliyetçilik projesi çerçevesinde bir homojen kültür tartışması, iletişim teknolojilerinin gelişimi ve bir ‘hayali cemaat’ oluşturulmasındaki rolüyle, medyaya bağlanır. ‘Kültür endüstrisi’ tezinin, tanımladığı kitle büyük ölçüde medya aracılığı ile kontrol edilir, yönlendirilir ve şekillendirilir. Popüler kültür tartışmalarında hegemonik mücadele alanı medya üzerinden tanımlanabilir. Dolayısıyla hemen hemen aynı olguyu tanımlayan bu üç kavramsallaştırma, medyanın rolü üzerinde birleşir. Medya kültürü, belki de, ‘kitle’ ve ‘halk’ kavramlarının yarattığı teorik ve pratik sorunların üstesinden gelebilir. Çünkü medya kültüründe sözkonusu olan ‘izleyici’dir. İzleyici, ne halk kavramındaki gibi homojen ve niceliksel değerlere göre tanımlanabilir, ne de kitle kavramsallaştırmasında olduğu gibi bir bütün olarak tanımlanabilir. İzleyici, bir toplumdaki ya da toplumlardaki heterojen, farklı, sürekli yeniden tanımlanabilen kalabalıklardır. Kadın izleyiciler, işçi izleyiciler, Kürt izleyiciler vs. gibi farklı kategoriler oluşturulabilir. İzleyiciler içinde yaşadıkları sosyo-ekonomomik koşullara, kültürel bilinçlerine göre farklılaşabilirler. Tüm izleyiciler, medya kültürüne tabii oldukları halde, karşılaştıkları kültürel metinlerle farklı ilişkilere girerek, ‘aktif’ olarak tanımlanabilirler. Medya kültürü kavramsallaştırması, yüksek/aşağı kültür gibi ayrımlarında aşılmasında işlevsel olabilir. Çünkü medya, yüksek kültüre de diğer kültürlerle aynı şekilde yaklaşarak, onu popülerleştirir.

Bununla birlikte medya, bir toplumsal kurum olarak tüm bir kültürel sürecin aktik çalışma nesnesi olarak incelenebilir. Ancak burda altı çizilmesi gereken, medyanın bir medya kültürü kavramsallaştırması içinde, gerçek kültürler, üretim, ürün ve tüketim süreçleri boyunca bir bütün olarak algılanması gerekliliğidir.

Modern toplum, tamamıyla medya etkisi altındadır. Ancak bu durumun medyanın dışındaki gerçekliklerin tümüyle yok olduğu, medyanın tek gerçeklik olarak toplumsalı kapsadığı yönünde ‘postmodernist’ yaklaşımlara kaynaklık ederek, bir takım sorunlar ortaya çıkarabilir. Bugün medyadan etkilenmeyen bir kültürel alanın varlığı imkansız hale gelmiştir. Bununla birlikte bu durum, gerçek kültürlerin tamamen yitip gittiği anlamına gelmez. Gerçek kültürler belki farklı düzeylerde varlıklarını sürdürmekte, insanların kültürel bilincini oluşturmaya devam etmektedirler. Gerçek kültürlerin varlığı, medya kültürüne de kaynaklık eder. Dolayısıyla, bir ‘hipergerçeklik’ argümanıyla, toplumsalın sonunu ilan etmek, en azından günümüz için mümkün görünmemektedir.

Modern toplumlarda, popüler kültür, varolan tüm tanımlarıyla, medya dolayımıyla yayılmaktadır. Bugün, birşeyin ‘popüler’ olup olmaması, onun medyanın üretim sürecinden geçme şekliyle doğrudan ilintilidir. Kanımca, popüler artık ‘medyatik’ olandır. Dolayısıyla, popüler kültürü, varolan tüm sorunlarıyla kavramsal sorunlarıyla başbaşa bırakıp, dikkatimizi medya kültürüne çevirmemizde bir mahsur bulunmamaktadır. Medya kültürü, tüm toplumsal ilişkileri, süreçleri, söylemleri, ideolojileri, hegemonya mücadelesini açıklamakta yeterli bir alan yaratabilir. Medya hem bir iletişim teknolojisi olarak, hem de bir kültürel sistem olarak, iletişim ve kültür çalışmalar arasındaki yapay ayrımların aşılmasında önemli bir rol oynayabilir.

Referanslar

[1] Geertz, C., (1973), Religion as a Cultural System, (New York: Basic Books), sf: 93

[2] A.g.e, sf: 94-96. Ayrıca bu tartışmayı bütün iletişim teknolojileri üzerinden geliştiren, Carey, (1989), Communication as Culture: Essays on Media and Society (New York: Routledge), sf: 18-21

[3] Geertz, E., (1973), a.g.e, sf: 107

[4] Aktaran, Lundby K. & Ronning H. (1997)  Medya-Kültür-İletişim: Medya Kültürü Aracılığıyla Modernliğin Yorumlanışı, Medya Kültür Siyaset içinde, Çev: Nilgün Gürkan, Der: Süleyman İrvan, (Ankara Ark Yayınları), sf: 18-19

[5] A.g.e., sf: 19

[6] Hall, (1993), Encoding and Decoding in the Television Discourse, The Cultural Studies Readers içinde, Der: S. During, (Londra: Routledge), sf:128-132

İlgili Yazılar

Yorum bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.