Yıllar önce dinlediğim bir hikâye vardı. Birçok insanın bildiği, Deniz Yıldızının Hikâyesi. Yürüyüşe çıkan bir adam denize doğru yaklaştıkça kumsalda yalnız başına dans eden bir kadın görür. Biraz daha yaklaşınca kadının yerden bir şeyler alıp denize doğru fırlattığını anlar. Hemen sonra kumsalın deniz yıldızları ile kaplı olduğunu fark eder. Çekilen sular binlerce deniz yıldızını kumsalda, güneşin altında kurumaya terk etmiştir. Adam, kadına yaklaşır ve ne yaptığını sorar. “Görmüyor musunuz,” der kadın, “deniz yıldızlarının hayatını kurtarıyorum.” “İyi ama” der adam, “burada binlerce deniz yıldızı var, bu şekilde ne kadarını kurtarabilirsiniz ki?” Kadın yerden bir deniz yıldızı alır ve adama gösterir. “Bu deniz yıldızını görüyor musunuz?” Kadın deniz yıldızını denize fırlattıktan sonra gülümser. “İşte şimdi onun için çok şey değişti.” Kısa bir sessizliğin ardından adam da kadınla birlikte deniz yıldızlarını denize doğru fırlatmaya başlar.
Bu hikâyeyi ilk dinlediğimde etkilendim ama yine de hikâyeyle ilgili hoşuma gitmeyen bir şeyler olduğunu hissediyordum. Yıllar içinde, özellikle sivil toplum çalışmaları nedeniyle bu hikâyeyi birçok yerde dinledim ve okudum ancak hiç anlatmak istemedim. Bir gün sosyal ekonomi ile ilgili bir panelde, katılımcılardan birinin anlattığı bir başka hikâye ile küçük bir aydınlanma yaşadım: Irmaktaki Bebeklerin Hikâyesi. Bir grup genç, bir ırmağın kenarında yürüyorlar. Aniden biri ırmağın içinde sürüklenen bir bebek görüyor. Bebeği kurtarmak için hemen suya atlıyor. Diğerleri de yardıma koşuyor. Ancak henüz bebeği sudan çıkaramadan ırmağın içinde sürüklenen başka bir bebek daha görüyorlar ve gençlerden bir diğeri ırmağa atlayarak o bebeği kurtarmaya girişiyor. Sonra başka bir bebek, ve bir başkası daha… Gençler suyun içinde bir oraya bir buraya yüzerek ardı arkası kesilmeyen bebekleri kurtarmak için soluk soluğa çabalıyorlar. Neden sonra gençlerden biri ırmaktan dışarı çıkıyor ve ırmağın kaynağına doğru yürümeye başlıyor. Suyun içindeki gençlerden biri bağırıyor; “Nereye, daha kurtarılacak çok bebek var!” “Bu bebekleri ırmağa atanları bulmaya.” diyor genç ve yürümeye devam ediyor.
Evet bir deniz yıldızı için çok şey değişebilir ama eğer bebeklerden bahsediyorsak, kurtardıklarımızı değil kurtaramadıklarımızı düşünmek zorundayız. Kimsenin arkada kalmaması gerek. Toplumsal dayanışma ve yardımlaşma pratikleri ile bunu başarmak mümkün görünmüyor. Balık vermektense, balık tutmayı öğretmek de artık yeterli değil. Balık sektöründe yapısal değişikliklere ihtiyacımız var. İşte benim için sosyal ve dayanışma ekonomisi bu açıdan kimseyi arkada bırakmayan yapısal bir ekonomi yaklaşımını ifade ediyor.
Platform Kooperatifçiliği kavramı ile 2018 yılının başlarında, sosyal ekonominin dijital ekonomi pratiklerini araştırırken karşılaştım. Yeni Zellanda’da Enspiral[1] adlı bir girişimi inceliyordum. Bir söyleşide kendilerini platform kooperatifi olarak adlandırıyorlardı. Merak ederek kavramın peşinden gittim ve dünyanın pek çok farklı ülkesinde aynı isimle adlandırılan girişimlerin olduğunu gördüm. Platform Kooperatifçiliği Konsorsiyumunun[2] varlığından da böylece haberdar oldum.

New York ve Londra merkezli uluslararası bir oluşum olan Platform Kooperatifçiliği Konsorsiyumunun kurucularından biri de, bir akademisyen ve aktivist olan Trebor Scholz. Platform işletme modellerini inceleyen Scholz, UBER, Amazon Mekanical Turk (Türkiye’deki armut.com benzeri bir platform), TaskRabbit, Lyft, AirBnb gibi platform şirketlerinde uygulanan esnek iş modellerinin, çalışanların sekiz saatlik iş günü, asgari ücret, fazla mesai ücreti, sağlık sigortası gibi özlük haklarını büyük tahribata uğrattığını görmüş: Platform iş modellerinde işverenler kendilerini sadece altyapı sağlayan bir teknoloji şirketi olarak göstererek yasal boşluklardan faydalanıyor ve işçileri sözleşmeli serbest çalışanlar olarak (taşeron) konumlandırıyorlar. Böylece artık, işçinin sağlık sorunları, emekliliği, iş güvencesi vb. konular şirketin sorumluluğundan çıkıyor. Üstelik bu modelde çalışanların birbirleri ile rekabet içinde olmaları ve giderek yükselen platform komisyonları, ortalama gelirleri önemli ölçüde düşürüyor.[3] Esneklik, kendi işinin sahibi olma (UBER’in ABD’deki reklam sloganı: Kendi İşinin CEO’su Ol!), özerklik, özgürlük gibi kavramlarla[4] parlatılan, neoliberal ekonomi politikalarıyla uyumlu bu işletme modeliyle kalıcı istihdam, güvenli iş de tarihe karışıyor.

Paylaşım ekonomisi (sharing economy)[5] olarak da pazarlanan bu model aslında dijital ekonominin günümüzde geldiği nokta. Bugün birçok başarılı dijital girişim, platform iş modeline yaslanıyor. ‘Platform’ kavramı, dijital ekonomide ürün ve hizmetlerin satışı için oluşturulmuş her türlü web sitesi ve mobil uygulamayı kapsıyor. Uğur Özmen platformu şöyle tanımlamış: “Platform, müşteri deneyiminin kesintisiz ve sürtünmesiz olmasını sağlamak için stratejik işbirliklerinin aynı dijital ortamı paylaşmasıdır.”[6] Nick Srnicek, Platform Capitalism[7] adlı kitabında 5 farklı platform modelinden bahsediyor. Bunlardan birincisi kullanıcılardan elde ettikleri verileri reklam-verenlere satan Google, Facebook gibi reklamcılık platformları; ikincisi, Amazon Web Services ve Salesforce gibi bulut platformları; üçüncüsü, Siemens, General Electric gibi endüstriyel platform hizmeti veren şirketler; dördüncüsü, Spotify, Netflix gibi abonelik üzerinden içerik kiralayan ürün platformları ve son olarak, paylaşım ekonomisi adı altında ürün ve hizmet sağlayıcılarla tüketicileri bir araya getiren UBER, AirBnb gibi esnek platformlar. Temel tartışmalar en yaygın olan bu esnek platformlar üzerine dönüyor.[8]
Paylaşım ekonomisi kavramının ortaya çıktığı ilk dönemde, tüketicilerin sosyal ağları kullanarak sahip oldukları metaları paylaşmaları, hatta birer ortak mülkiyet haline getirmeleri oldukça çekici bir fikirdi. Kâr etme, fayda, rekabet gibi temel ekonomik kavramların yerini güven, yakınlık, paylaşmak gibi sosyal kavramların aldığı iddia ediliyor, paylaşım ekonomisi ile sahip olmanın yerine erişim kapasitesi konularak geleneksel pazar ekonomisinin dayandığı temeller sarsılıyordu. Bu durum Amerikalı ekonomist ve sosyal kuramcı Jeremy Rifkin’in Sıfır Marjinal Maliyet Toplumu (adlı eserinin ana tartışma konusu oldu. Rifkin’e göre, pazar ekonomisi tarafından tetiklenen iki kesişen güç kendi çöküşlerini hazırlayacaktı; bir yanda müşteri çekip, kârı maksimize etmek için üretimi artırarak fiyatları düşürme çabası mal ve hizmet üretiminin ‘marjinal maliyetini’ düşürürken, öte yanda insanlar arasında giderek güçlenen bağlantı endüstriyel ölçekli aşırı üretim yerine ürünlerin ve hizmetlerin paylaşımlı şekilde harcanmasını teşvik ediyordu. Böylece, marjinal maliyet sıfıra yaklaştıkça, rekabetçi yaklaşım ticari hayatı organize etmeye uygun olmaktan çıkıyordu çünkü ortada uğruna rekabete girilecek pek de bir şey kalmıyordu.[9]
Ancak gelişmeler Rifkin’in endişeyle öngördüğü gibi pazar ekonomisinin sonunu getirmedi. Paylaşım ekonomisi Silikon Vadisi’nin şık ofislerinde platform kapitalizminin içinde eritilerek kısa sürede düşük sermaye yatırımı ile yüksek kâr elde edilebilen bir iş modeline dönüştürüldü. Böylece, ortak kullanıma uygun ürün ve hizmetlerin, kullanılmadığı zamanlarda ya da ortak kullanılabilecek bir zaman aralığında, ihtiyacı olan başka kullanıcılara, uzmanlaşmış bir platform tarafından sunulması ve kullanıcının ödediği kullanım ücretinden platformun pay alması (komisyon) temeline dayanan bir işletme modeli ortaya çıktı.[10]
Platform Kooperatifçiliği Konsorsiyumu ise, küresel müştereklerin inşası, yerel ekonomik oluşumların desteklenmesi ve sosyal adaletin yanı sıra ekolojik ve sosyal sürdürülebilirliğin teşvik edilmesini istiyor. Adil çalışma koşullarına saygılı olarak çeşitlendirilmiş bir dijital ekonomi oluşturmak amacıyla çalışıyor. Demokratik kontrol verilen işçiler, çalışanlar, müşteriler, kullanıcılar veya diğer kilit paydaşlar, şirketler ve girişimlerden oluşan platform kooperatifleri, adil, sosyal bir kalkınmayı teşvik etmeyi, geliştirmeyi ve sürdürmeyi amaçlıyor.
Platform kooperatifçiliği iki temel ilkeye dayanıyor: toplumsal mülkiyet ve demokratik yönetişim. Toplumsal mülkiyet, platform kooperatifçiliğinin merkezinde yer alan teknolojik alt yapının mülkiyetinin kooperatifçilik yoluyla ortaklaştırılması. Demokratik yönetişim ise sadece platform ortaklarının birlikte yönetime katılması değil, kooperatifin kâr amacı gütmeyen toplumsal kurum ve kuruluşlarla dayanışma içinde, herkesin yararını gözetecek şekilde, şeffaf ve adil bir biçimde yönetilmesi.[11]

Platform kooperatifçiliği, bu çerçevede, dayanışma ve işbirliği ile dijital ekonomide yenilikçi bir mülkiyet modeli sunuyor. Bu model, mülkiyetin ve kârın bir avuç insanın elinde yoğunlaştığı var olan işletme modellerine bir alternatif teşkil ediyor. Örneğin, Fairmondo Almanya merkezli, ortak olmak isteyen herkese açık olan, ortaklar tarafından demokratik olarak yönetilen bir çevrimiçi pazar yeri. Hepsiburada, N11 gibi şirketlere bir alternatif oluşturuyor. Green Taxi Cooperative, ABD’nin Denver eyaletinde yerel taksiciler tarafından yönetilen UBER ve Lyft gibi şirketlere alternatif taksi uygulaması. Stocksy United, internette yüzlercesi bulunan bir stok fotoğraf ve video satış sitesi. Tüm fotoğraf ve video üreticilerinin ortak olarak katılabildiği ve benzeri diğer sitelere oranla çok daha fazla ücret ödeyen bu kooperatif, sadece 2015 yılında 8 milyon dolarlık satış yapmış. Resonate, Spotify benzeri bir stream-to-own müzik içerik platformu. Blok zinciri teknolojisi üzerine kurulu olan site, gelirlerinin %45’ini sanatçılara, %35’ini kullanıcılara, %20’sini ise çalışanlarına ayırıyor. Sanatçılara benzerlerinin 2,5 katı kadar daha fazla ödeme yapıyor.
Platform kooperatifçiliği girişimi dikensiz gül bahçesi değil elbette. Aksine, dünyada -her ülke için farklı koşullarda ve düzeylerde olsa da- kooperatiflerin yaşadıkları finansman, maliyet ve pazarlama sıkıntıları platform kooperatifleri için de geçerli. Birçok kooperatif girişimi, kar amacı güden işletmelerle rekabet etmekte zorlanıyor. Bunun temel sebebi, şirketlerin iş gücü ve ham madde maliyetlerini düşürürken, kooperatif işletmelerinin ortaklarının -ki aynı zamanda çalışanlarının- refahını yükseltmeyi amaçlayan işletmeler olması, dolayısıyla işgücü maliyetlerinin yüksek olması. Kooperatifler kullandıkları kaynaklarda da minumum maliyete değil, adil bir fiyata yönelir. Şirketlerin sahip olduğu finansal enstrümanlara (melek yatırımcılık, banka finansmanı vb.) sahip olmadıkları gibi, şirketlerle karşılaştırıldığında pazarlamaya da yeterince pay ayıramazlar. Dolayısıyla ortada kooperatifler aleyhine adil olmayan bir rekabet ortamı vardır.
Türkiye’de ise durum daha zor. Platform kooperatifçiliği ile kavram kanıtlama çalışmaları çerçevesinde seminer ve eğitimler verirken edindiğim izlenimlere göre, özellikle gençlerin kooperatifçilik hakkında hiçbir fikirleri yok.[12] Birçok insan ise kooperatifleri verimsiz ve sorunlu işletmeler olarak görüyor. Haksız değiller; Türkiye’deki kooperatifçilik uygulamaları gerek mevzuattan gerekse uygulamadan doğan sorunlarla boğuşuyor. Yaklaşık 100 yıllık bir kooperatifçilik geleneğine sahip olmamıza rağmen geldiğimiz noktada özellikle büyük tarım kooperatiflerinin devletle organik ilişkilerinin olduğu ve iktidarların uydusu haline geldikleri de bir gerçek. Bu ve benzeri sebeplerden, kooperatifçilik ilkeleri ile pek bağdaşmayan bir kooperatifçilik pratiğimiz[13] olduğunu söyleyebiliriz. Bu da kooperatifçiliği rant alanı haline dönüştürüyor.
Dolayısıyla, Türkiye’deki yatırım ve girişim ekosistemi platform kooperatiflerinin gelişmesi için yeterli değil. Dünyada, özellikle ABD ve Avrupa’da kooperatifler, özellikle 2008 Global Finans Krizi sonrasında çok daha fazla destekleniyor. Kooperatiflerin yapısal krizlere çok daha dayanıklı olduğunu gören İtalya, İspanya, Yunanistan gibi Güney Avrupa ülkelerinde kooperatifçilik kanunları sade, kooperatif kurmak kolay, ve tıpkı startupların destekledikleri gibi kooperatif girişimlerini de kamusal kaynaklarla destekliyorlar. Bununla birlikte Türkiye’de 1968 model, uzmanları dahil herkesin anlamada ve yorumlamada zorlandığı, yıllar içindeki değişikliklerle yamalı bohçaya dönmüş bir Kooperatifçilik Kanunu ile yola devam ediliyor. Bu kanunun günün şartlarına göre güncellenmesine yönelik bir yaklaşım ise ne iktidar ne de muhalefet partilerinde bulunuyor.[14]
Bununla birlikte bazı belediyeler kooperatifçilik girişimlerini destekliyor. Sivil toplum çalışmaları ve sosyal sorumluluk projelerinde de kooperatifleri destekleyen projeler yapılıyor. Fakat bu çalışmaların büyük kısmı genel bir sosyal ekonomi yaklaşımından yoksun, kişisel çabalarla yürütülen projeler ve sürdürülebilirlik sıkıntıları var. Bu çerçevede özellikle yerel yönetimlerin ve sivil toplum örgütlerinin yerel platform kooperatifçiliği girişimlerini destekleyen ölçeklenebilir modeller oluşturması, bir gereklilik olarak önümüzde duruyor. Söz konusu platform kooperatifleri olunca dijital kapasite de işin içine giriyor.

Türkiye’de platform kooperatifçiliği yönünde atılmış adımlardan biri, ABD’deki Up&Go[15] girişiminin bir benzeri olan Halka Temizlik İşleri Kooperatifi.[16] Avrupa Birliği’nin finansal desteği ve Dünya Bankası’nın uygulama desteği ile Impact Hub İstanbul’un uygulayıcı ortaklığında kurulan Halka’nın girişim modeli, sivil toplum fonlarının platform kooperatifleri geliştirmek için kullanımına bir örnek. Ancak bu girişimler yeterli değil. Belediyelerin sivil toplumla ortak projeler geliştirerek platform kooperatiflerinin gelişmesi için kuluçka, hızlandırma programları ortaya çıkarması ve platform kooperatifçilik girişimlerinin sürdürülebilirlik sorunlarına çözümler üretmesi önümüzdeki en makul seçenek gibi görünüyor.
Platform Ekonomisi her geçen gün büyüyerek, çalışma hayatında giderek daha fazla insanı kapsıyor. Çok da uzak olmayan bir gelecekte Türkiye’deki çalışanların büyük bir bölümünün küresel platform şirketlerinin ‘serbest çalışanları’ haline gelmesi, güvencesiz bir iş ortamı içinde taşeronlaşarak minimum ücretlere razı olması kimse için sürpriz olmamalı. Yapay zekâ ve robotikteki gelişmeleri de göz önünde tutarsak, bu platformların giderek daha az iş gücüne ihtiyaç duyacağı ortada. Sürdürülebilir bir istihdam ve güvenceli iş için sosyal ve dayanışma ekonomisini büyütmenin, platform kooperatiflerini yeşertmenin gerekliliği her geçen gün daha da belirginleşiyor.[17]
Arkada hiçbir bebeği bırakmamak için gerekli adımlardan birisi de bu.*
*Bu yazı ilk olarak İPA İstanbul Dergisi 2021/002 sayısında yayınlanmıştır.
EK Kaynak:
‘Let’s Coop: Mükemmel İşletme Modelini Nasıl Buldum?” https://ozgurkurtulus.com.tr/lets-coop-mukemmel-isletme-modelini-nasil-buldum/
Startup Coop: Platform Kooperatifçiliği Girişim Modeli, https://ozgurkurtulus.com.tr/startup-coop-platform-kooperatifciligi-girisim-modeli/
Notlar:
[1] Enspiral: https://www.enspiral.com
[2] Platform Cooperativism Consortium: https://www.platform.coop
[3] Schneider, N. ve Scholz, T. (2016), What This Is and Isn’t About, Ours To Hack and Own, Or Books, New York, 2016, sf: 11-14
[4] Bu özelliklerin Z Kuşağı olarak adlandırılan, genç nesillere atfedildiğini hatırlatmak isterim. Z Kuşağı sosyolojik bir olgu değildir, bir pazarlama iletişimi kavramıdır. Tüketicileri segmente etmekte kullanılır. Tıpkı diğer kuşak isimlendirmeleri gibi.
[5] Paylaşım ekonomisi kavramı açık bir çarpıtmadır. Biliyoruz ki, paylaşmak karşılıksız bir edimdir. İki farklı durumdan birine işaret eder: Bir şeyin hediye olarak verilmesi anlamına gelebilir: “Yiyeceklerimin bir kısmını al”. Ya da birinin sizin sahip olduğunuz bir şeyi geçici olarak kullanmasına izin vermek şeklinde tarif edebilir: “Oyuncağını arkadaşıyla paylaştı.” Her iki durumda da ortada bir para alış-verişi yoktur. Oysa paylaşım ekonomisinde örneğin ilk durumda verdiğimiz ihtiyaç fazlası yiyeceğimiz karşılığında bir para alıyoruz. Bu satıştır. İkinci durumda, bir ödeme karşılığında oyuncağın kullanım hakkını belirli bir süre devrediyoruz. Bu da kiralamadır.
[6] Özmen, U. (2017, Temmuz 13). Platform ve Deneyim, https://ugurozmen.com/bilisim/platform-deneyim
[7] Srnicek, N. (2015), Platform Capitalism, Polity Press
[8] Türkiye’de de en yaygın ve en başarı girişimler esnek platformlardır. Yemeksepeti, Armut, Getir, N11, Hepsi Burada, Sahibinden, Gitti Gidiyor gibi.
[9] Rifkin, J, (2014), The Zero Marginal Cost Society: The Internet of Things, the Collaborative Commons, and the Eclipse of Capitalism, Mcmillan USA
[10] Paylaşım Ekonomisinin amiral gemileri olarak kabul edilen UBER, Airbnb gibi girişimlerin 2008 Global Finans Krizi sırasında ortaya çıkmışlardır.
[11] Scholz, T.(2016), How Platform Cooperativism Can Unleash the Network, Ours To Hack and Own, Or Books, New York, 2016, sf: 20-26
[12] Oluşturduğumuz çalışma gruplarında genç insanlar startup yaklaşımı ile kooperatif yaklaşımı arasındaki temel farkları anlamak da çok zorlanıyorlardı. (İyi ama nasıl köşeyi döneceğiz?)
[13] Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü’nde bir uzman arkadaşın söylediği gibi; bir apartmanı demokratik bir şekilde yönetemeyen (temel demokrasi kültürüne sahip olmayan) insanlar, kooperatif işletmelerini nasıl verimli bir şekilde yönetecekler sorusu da boşa atılacak bir soru değildir.
[14] Son iki seçimdir İngiltere İşçi Parti’sinin seçim bildirgelerinde özellikle platform kooperatifçiliğine yönelik bir vizyon ve destekleme vaatleri alıyor. Örnein platform kooperatiflerini desteklemek için kuluçka programları kurmayı vaadediyorlar.
[15] Up & Go: Temizlik Hizmetleri İçin Bir Platform Kooperatifi: http://www.platformkoop.org/up-go-temizlik-hizmetleri-icin-bir-platform-kooperatifi
[16] Halka Temizlik İşleri Kooperatifi: https://www.halkakoop.com
[17] Platform kooperatifçiliği ile ilgili haber ve makaleleri Platform Kooperatifçiliği İnisiyatifinin web sitesinde bulabilirsiniz: http://www.platformkoop.org