Ernest Gellner, milliyetçiliğin ortaya çıkışının sebeblerini incelerken, toplumun tarihsel gelişimini üç ana döneme ayırır: (1) Avcılık toplayıcılık dönemi, (2) Tarım dönemi, (3) Sanayi dönemi. [1] Gellner’e göre, ‘millet’ nosyonunun gelişebilmesi için devletin, meşruiyetini garanti altına alması zorunluluğu vardır. Bu anlamda tarım öncesi avcılık ve toplayıcılık döneminde milletten ya da milliyetçilikten söz edilemez. Tarım döneminde ise devlet opsiyoneldir, varlığı tartışılabilir, vazgeçilebilir ya da iktidarını meşrulaştıramayabilir. Merkezi siyasi otoriteyi oluşturan sınırlı bir elit kültürün merkezileşmesine sebep olur. Bu noktada Gellner ‘büyük’ gelenek ile ‘küçük’ gelenekler arasıda bir ayrım yapar. Siyasi elitin oluşturduğu büyük gelenek, okuma-yazma bilen, yüksek bir kültürün temsilicisidir. Bununla beraber küçük gelenekler sözlü kültüre dayalı, parçalı ve merkezi kültürden bağımsız varolurlar. [2]
Sanayileşme ile birlikte sınırlı bir alana hükmeden otorite ve bu alanda görece homojen bir kültür projesi gündeme gelir. Sanayileşme yeni bir iş bölümünü zorunlu kılar. Bu iş bölümünün iki önemli gereksinimi vardır.:(1) Mobil bir iş gücü (2) Belirlenmiş bir dil üzerinden yaygınlaşan okur-yazarlık. Gellner, toplum yapısındaki bu değişimi, kültür kavramının etimolojik kökenine referansla, botanik bir metaforla açıklar. Sanayi toplumunda kültür, kendiliğinden, sık, sığ ve vahşi değil; biçimlenmiş, işlenmiş, beslenmiş, yüksek ve ulusal olmak durumundadır. [3] Seçilmiş bir yüksek kültür sosyal hayata nufuz eder ve merkezi iktidar tarafından örgün eğitim kurumları ve iletişim teknolojileri vasıtasıyla topluma bir ‘üst kültür’ olarak kabul ettirilir. Ulusun siyasi sınırları aynı zamanda kültürel sınırlarını da oluşturur. Yüksek/üst kültür homojen ve evrenseldir. Sanayinin ihtiyaç duyduğu bürokratik ve teknolojik enformasyon akışı ancak homojen bir kültür içinde sağlanabilir. Eğitim kurumları geleneksel kültür içine doğan insanlara bu üst kültürü kabul ettirir. Böylece sanayi toplumuna özgü iş bölümüne uygun, aynı dili konuşan, birbirlerini anlayabilen, standart, atomize bireyler yetiştirilir. Bu bireylerin aynı dili konuşması ve asgari bir eğitimden geçmeleri sanayi için zorunludur. Bu süreç sonunda üst kültür, ulus devlet nosyonu içinde popülerleşir ya da kitleselleşir. Gelner’in bu iddiası kültürün aktarılmasının ailelerin ya da cemaatlerin değil devletin ayrıcalıklı bir hakkı haline geldğini tespit etmek bakımından önemlidir. Gellner bunun sanayi toplumunun bir zorunluluğu olduğunu düşünür. Çünkü sanayi toplumu büyük ölçekli bir projedir ve bu projenin başarıya ulaşması bireylerin sanayinin iş gücü ihtiyaçlarına uygun bir biçimde yetiştirilmesiyle mümkündür.
Böyle bir kitlesel eğitimin muhtemel sonucu geleneksel kültürlerin asimile olması ve sanayi toplumuna en uygun kültürün, yani yazıya dayanan ‘yüksek kültürün’ topluma giydirilmesidir. Bu çözümleme içinde ne milliyetçilik ne de kültürün homojenleşmesi ideolojik bir içerik taşır. Gellner’in yaklaşımı tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş sürecinde kültürdeki değişimi esas olarak ekonomik altyapı ile açıklar. Fakat bu değişim herhangi bir egemen sınıfın ya da grubun çıkarları doğrultusunda değil, toplumsal değişimin dinamiklerinin zorlaması sonucunda gerçekleşmiştir. Kültürün homojenleşmesi kitle iletişim araçlarındaki gelişmeyle de açıklanmaz. Devlet iletişim araçlarının bu yönde kullanmıştır ancak, kullanım niyeti iletişim teknolojilerinin özellikleri dışında, ekonomik ve siyasi dinamiklerin etkisiyle belirlenir. Bununla birlikte milliyetçilik, ya da ulus devlet projesi kollektif bir bellek-yitimi (amnesia) olgusu üzerinden çalışır.[4] Bir Türk milletinden söz edebilmek için, Türkiye Cumhuriyeti ulus-devleti sınırları içinde yaşayan Lazların Lazlığı, Kürtlerin Kürtlüğü, Ermenilerin Ermeniliği, Çerkezlerin Çerkezliği unutması gerekir. Ulus-devlet sınırları içinde yaşayan vatandaşlar, geçmişlerini, etnik, dini, kültürel farklılıklarını belleklerinden silmek durumundadırlar. Ulusun politik çatısı altında bu geçmişin yerini dolduracak zengin, yeni bir bellek yaratılmak zorunluluğu verdır. Bu bellek kimi zaman baskın etnik grubun geçmişinden, kimi zaman baskın dini cemaatin tarihinden kimi zaman da ulusun dışında bir takım kaynaklardan yaratılır. Yaratılan bu bellek bireyin kendini o ulusa ait olarak tanımlamasına, ve dolayısıyla o ulusun siyasi otoritesine bağlılık göstermesine sebeb olur.
“Ulusal kültürler sadece kültürel kurumlardn değil, sembol ve temsillerden de müteşekkildir… Ulusal kültür, kimlikleri o ulusa özgü bir takım anlamlar üreterek inşa eder. Bu anlamlar gelecek ile geçmişi birbirine bağlayan imgeler üreten bir takım öykülerden, efsanelerden ve anılardan türetilir.”[5]
Gellner’in sanayileşme milliyetçilik ve kültürün homojenleşmesi ekseninde oluşturduğu teori, özellikle Avrupa’daki ve gelişim süreci içinde kendisini Avrupa’yı örnek alan kimi ülkelerdeki toplumsal ve ekonomik değişimi açıklayabilme kapasitesine sahiptir.[6] Kapitalist işbölümünün gelişmesi, büyük çaplı fabrika örgütlenmesi, nüfusun kentlerde yoğunlaşması, karar alma sürecinin merkezileşmesi, eğitimin yaygınlaşması, daha karmaşık ve evrensel iletişim sistemlerinin gelişmesi gibi süreçler geleneksel kültürlerin assimilasyonu ve yüksek tek bir kültürün kitleselleşerek kültürel homojenizasyonun oluşmasıyla birlikte gerçekleşir. Bununla birlikte teori toplumdaki sınıfsal ilişkileri ve uluslararası ilişkileri ve kolonizasyonu görmezlikten gelir ya da açıklama niyeti taşımaz. Modernizasyon teorilerinden oldukça etkilendiği görülen, Gellner’in milliyetçilik teorisi kusursuz işleyen ideal bir milliyetçilik tipolojisi oluşturma çabasıdır.
Referanslar
[1] Gellner, E., (1983), Nations and Nationalism, sf: 14
[2] A.g.e., sf: 32
[3] A.g.e., sf: 50
[4] Gellner ‘amnesia’ kavramını Ernest Renan’ın 1882 yılında yazdığı ‘Ulus nedir?’ (Qu’est-ce qu’une nation?) adlı makalesinden alıntılar. Renan’a göre, “bir ulusun özü tüm ulusun ortak pek çok şeye sahip olmaları ve aynı zamanda hepsinin pek çok şeyi unutmuş olmasıdır. …her Fransız yurttaşı Saint-Barthelemy katliamını, XIII. yüzyılda Midi’deki kıyımları unutmuş olmak zorundadır. Fransa’da Frank kökeninden geldiğini ispatlayacak on kişi yoktur.” Aktaran, Gellner, E., (1987), Nationalism and The Two Forms of Cohesion in Complex Societies, Culture Identity and Politics içinde, sf: 6-7
[5] Hall, S., (1992), The Question of Cultural Identity, Modernity and Its Features içinde, sf: 293
[6] Türk modernleşme süreci Gellner’in analizi açısından oldukça doğrulayıcı veriler sunar. Bu bakımdan Cumhuriyet Tarihi, bir modernleşme, sanayileşme ve sekülerleşme süreci olarak okunabildiği gibi kültürün homojenleşmesi süreci olarak da okunmaya açıktır.