1990’lı yılları sinemanın altın çağı olarak görüyorum. Hem hikaye anlatımı hem de teknoloji anlamında 90’lar büyük filmlerin dönemi oldu, birçok unutulmaz yapımın ve yenilikçi yönetmenlerin damgasını vurduğu bir dönem olarak hafızalara kazındı. 90’lar sineması ile ilgili duygu ve düşüncelerimi “Sinema 90’lar: 1990 Yılının En İyi 25 Filmi” yazısında anlatmıştım.
1991 yılı da hem gişe rekorları kıran büyük prodüksiyonlar hem de sanatsal açıdan çığır açan bağımsız filmlerle doluydu. Teknolojik yeniliklerin ve yaratıcı anlatım tekniklerinin öne çıktığı bu yıl, sinema tutkunları için bir festival gibiydi . İşte, bu yazıda bu muhteşem sinema yılının, 1991’in, bence en iyi 25 filmini sıraladım. Umarım beğenirsiniz.
25. ZEHİR (POISON)
“Zehir” (Poison), Todd Haynes’ın yazıp yönettiği bağımsız bir dram filmi. Film, her biri Jean Genet’in eserlerinden esinlenmiş üç farklı hikayeyi paralel olarak anlatıyor. Kahraman (Hero) adlı hikaye, yedi yaşındaki bir çocuğun, istismar eden babasını vurduktan sonra ortadan kaybolması üzerine haber bültenlerinde anlatılan bir öykü. Korku (Horror), bir bilim insanının, “insan cinselliği iksiri” adını verdiği deneysel bir ilacı içtikten cinayet işleyen bir cüzzamlıya dönüşümünü, 1960’ların bilim kurgu korku B filmi tarzında anlatıyor. “Homo”, hapishanede gelişen tutkulu ama trajik bir aşk hikayesi. Bir mahkumun başka bir mahkuma olan cinsel ve romantik duygularını, sert bir hapishane filmi ile pastoral fantastik anıları arasında gidip gelerek yansıtıyor. Bu üç hikaye, insan doğasının karanlık taraflarına ve toplumsal normların dışına çıkmanın sonuçlarına dair derin iç görüler sunuyor.
“Zehir”, Todd Haynes’in yönetmenlik kariyerinde önemli bir dönüm noktası. Film, geleneksel anlatı biçimlerini sorgulayan ve sınırları zorlayan yapısıyla dikkat çekiyor. Her üç hikayenin de farklı görsel ve anlatım tarzlarına sahip olması filmin genel atmosferine zenginlik katıyor. “Hero”, belgesel tarzında çekilmişken, “Horror” klasik B-filmlerinin estetiğini taşıyor ve “Homo” ise yoğun bir duygusal derinlik sunuyor Haynes, hikayelerin her birinin tonunu ve duygusal yoğunluğunu vurgulayan etkileyici bir görsel dil kullanıyor. Işık ve gölge oyunları, kamera açıları ve renk paletleriyle karakterlerin içsel dünyalarını ve yaşadıkları çatışmaları ustalıkla yansıtıyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
24. BIR ZAMANLAR ÇİN’DE (WONG FEI HUNG)
“Bir Zamanlar Çin’de” (Wong Fei Hung, Once Upon a Time in China), Çin’in ünlü halk kahramanı Wong Fei-hung’ın hayatını konu alan bir uzak doğu dövüş sanatları filmi. Başrollerde Jet Li (Wong Fei-hung), Rosamund Kwan (Aunt Yee) ve Yuen Biao (Leung Foon) yer alıyor. Film, 19. yüzyılın sonlarında, Batı’nın Çin üzerindeki etkisinin arttığı ve ülkenin siyasi ve sosyal kargaşa içinde olduğu bir dönemde geçiyor. Wong Fei-hung, halkını ve kültürünü korumak için savaşan bir dövüş ustasıdır. Film, Wong Fei-hung’ın hem kişisel hem de ulusal mücadelelerini, dövüş sanatları becerileri ve liderlik yetenekleri üzerinden anlatıyor.
“Bir Zamanlar Çin’de”, uzak doğu dövüş sanatları türünde çığır açan filmlerden biri olarak kabul ediliyor. Yönetmen Tsui Hark, epik bir anlatım ve görsel açıdan etkileyici bir stil kullanarak, izleyiciye heyecan verici ve derinlikli bir hikaye sunuyor. Film, dövüş sahnelerinin koreografisi ve dramatik yapısıyla öne çıkar. Ünlü dövüş koreografı Yuen Woo-ping tarafından hazırlanan dövüş sahneleri, detaylı koreografiler ve akıcı kamera hareketleriyle büyüleyici bir şekilde sunulur. Özellikle, Wong Fei-hung’ın şemsiye kullanarak dövüştüğü sahneler, filmin en unutulmaz anları arasında yer alır.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
23. BENİM GÜZEL IDAHO’M (MY OWN PRIVATE IDAHO)
“Benim Güzel Idaho’m” (My Own Private Idaho), ünlü Amerikan bağımsız yönetmeni Gus Van Sant’ın yazıp yönettiği bir dram filmi. Başrollerinde River Phoenix ve Keanu Reeves yer alıyor. Film, Shakespeare’in “Henry IV” ve “Henry V” oyunlarından esinlenen modern bir hikaye anlatıyor. Mike Waters (River Phoenix), uyuşukluk ve yorgunlukla mücadele eden bir narkoleptik ve evsiz gençtir. En yakın arkadaşı Scott Favor (Keanu Reeves) ise zengin bir ailenin asi oğludur. Birlikte, Portland’ın sokaklarında hayatlarını sürdürürken, Mike kayıp annesini aramaktadır. Scott ise babasına isyan etmektedir. İkilinin yolculuğu, onları Portland’dan Idaho’ya ve hatta Roma’ya kadar götürür. Bu yolculuk dostluklarını ve içsel arayışlarını derinleştirir.
“Benim Güzel Idaho’m”, sinema tarihinde önemli bir yere sahip olan cesur ve özgün bir film. Gus Van Sant’ın yönetmenlik becerisi, filmi hem görsel hem de duygusal açıdan güçlü kılıyor. Van Sant, sıra dışı bir anlatım tarzı ve etkileyici bir sinematografi ile, izleyiciyi karakterlerin içsel dünyalarının içine çekiyor. Filmdeki görsel estetik, özellikle Amerika’nın kuzeybatısının geniş manzaraları ve Roma’nın tarihi dokusuyla birleştiğinde, izleyiciye unutulmaz bir deneyim sunuyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
22. AĞUSTOS’TA RAPSODİ (HACHI-GATSU NO RAPUSODÎ)
“Ağustos’ta Rapsodi” (Hachi-gatsu no Rapusodî, Rhapsody in August), usta Japon yönetmen Akira Kurosawa en dokunaklı filmlerinden biri. Filmin başrollerinde Sachiko Murase, Richard Gere, Hisashi Igawa ve Narumi Kayashima yer alıyor. Nagasaki’ye atılan atom bombasının ardından, kaybettikleri aile üyelerinin yasını tutan yaşlı bir kadının ve onun dört torununun hikayesini anlatıyor. Yaşlı kadın, Kane (Sachiko Murase), savaştan sonra Nagasaki’de yaşamını sürdürürken. torunları, yaz tatilinde onun yanında kalmaya gelir ve aile, geçmişte yaşanan trajedilerle yüzleşir. Amerika’da yaşayan kuzenleri, Clark (Richard Gere), onları ziyaret eder ve bu ziyaret, ailenin geçmişiyle olan ilişkisini derinleştirir. Film, savaşın ve nükleer yıkımın insan hayatındaki etkilerini yetkin bir sinema diliyle anlatan duygusal bir baş yapıt.
“Ağustos’ta Rapsodi”, Akira Kurosawa’nın filmografisinde duygusal ve meditatif bir yapım olarak öne çıkıyor. Kurosawa, savaşın ve atom bombasının etkilerini, aile bağları ve insan ruhunun direnci üzerinden inceliyor. Film, sade ama güçlü anlatımıyla izleyicide derin etkiler bırakıyor. Kurosawa’nın yönetmenlik tarzı, sakin ve düşünceli bir ritimle, izleyiciye karakterlerin dünyalarına derinlemesine dalmaya imkan tanıyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
21. GENÇLİK ATEŞİ (THE COMMITMENTS)
“Gençlik Ateşi” (The Commitments), usta İngiliz yönetmen, Alan Parker’ın yönettiği, Roddy Doyle’un aynı adlı romanından uyarlanan bir müzikal komedi-drama filmi. Filmin başrollerinde Robert Arkins, Michael Aherne, Angeline Ball ve Maria Doyle Kennedy yer alıyor. Film, Dublin’in işçi sınıfı mahallelerinden birinde yaşayan genç Jimmy Rabbitte’in (Robert Arkins), klasik soul müziği çalan bir grup kurma hayalini anlatıyor. Jimmy, müzikal yetenekleri olan çeşitli insanları bir araya getirerek The Commitments adlı bir grup oluşturur. Grup üyeleri arasında kişisel çekişmeler ve çatışmalar yaşanırken, Dublin’in müzik sahnesinde kendilerini kanıtlamaya çalışırlar. Film, müziğin birleştirici gücü ve hayallerin peşinden gitmenin önemini üzerine bir hikayeye sahip.
“Gençlik Ateşi”, Alan Parker’ın yönetmenlik becerisi ve enerjik anlatımıyla öne çıkan, sıcak ve eğlenceli bir film. Parker, Dublin’in canlı müzikal dünyasını ve işçi sınıfının yaşamını gerçekçi bir şekilde samimiyetle yansıtıyor. Parker, mizahi ve dramatik unsurları ustalıkla harmanlayarak, izleyiciye hem eğlenceli hem de duygusal bir deneyim sunuyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
20. GÜZEL GÜRÜLTÜCÜ (LA BELLE NOISEUSE)
“Güzel Gürültücü” (La Belle Noiseuse), Fransız yönetmen Jacques Rivette tarafından yönetilen ve Pascal Bonitzer ile Christine Laurent’in senaryosunu yazdığı bir Fransız drama filmi. Başrollerinde Michel Piccoli, Emmanuelle Béart, Jane Birkin ve Marianne Denicourt yer alıyor. Film, emekli bir ressam olan Edouard Frenhofer (Michel Piccoli) ile genç bir kadın olan Marianne’nin (Emmanuelle Béart) aralarındaki karmaşık ilişkiye odaklanıyor. Frenhofer, yıllardır tamamlayamadığı başyapıtı “La Belle Noiseuse” (Güzel Gürültücü) üzerinde çalışmaya başlar ve Marianne’in model olmasını ister. Film, sanatçının yaratıcı sürecini ve model ile sanatçı arasındaki karmaşık ilişkileri derinlemesine inceleyerek, sanatın, tutkunun ve fedakarlığın doğasını keşfe çıkar.
“Güzel Gürültücü”, sanat ve yaratıcılığın derinliklerine inen etkileyici bir film. Jacques Rivette’in yönetmenlik becerisi, filme meditatif bir ritim ve yoğun bir duygusal derinlik katıyor. Rivette, izleyiciyi sanatçının yaratım sürecine ve model ile sanatçı arasındaki dinamiklere yakından bakmaya davet ediyor. Filmin uzun sahneleri ve yavaş temposu, izleyicinin karakterlerin psikolojik derinliklerine ve yaratıcı sürecin karmaşıklığına odaklanmasına olanak tanıyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
19. ÇIPLAK ŞÖLEN (NAKED LUNCH)
“Çıplak Şölen“(Naked Lunch, bazı kaynaklarda Müthiş Yemek olarak da geçiyor), David Cronenberg’in William S. Burroughs’un aynı adlı romanından uyarladığı bir bilim kurgu ve psikolojik gerilim filmi. Filmin oyuncu kadrosunda Peter Weller (Bill Lee), Judy Davis (Joan Frost/Joan Lee), Ian Holm (Tom Frost) ve Roy Scheider (Dr. Benway) yer alıyor. Hikaye, 1950’lerin New York’unda böcek ilaçlama işinde çalışan ve aynı zamanda yazar olan Bill Lee’nin (Peter Weller) hayatını anlatıyor. Bill, karısının kazara ölümünden sonra, böcek ilaçlarının etkisiyle halüsinasyonlar görmeye başlar ve gerçek ile hayal arasında bir yolculuğa çıkar. Kendini “Interzone” adlı garip ve tehlikeli bir yerde bulan Bill, burada çeşitli tuhaf ve ürkütücü karakterlerle karşılaşır. Film, yazarın kendi içsel dünyasındaki mücadeleleri ve yaratıcılığını keşfederken, bağımlılık, suçluluk ve paranoya temalarını işliyor.
Tarzını çok beğendiğim, rahatsız edici filmlerin yönetmeni, David Cronenberg ile William S. Burroughs’un karmaşık ve sürreal dünyasını bir araya getiren etkileyici bir film “Çıplak Şölen”. Cronenberg, Burroughs’un romanının karmaşıklığını ve çılgınlığını görsel olarak çarpıcı ve duygusal olarak yoğun bir şekilde aktarmayı başarıyor. Film, izleyiciyi Bill Lee’nin zihinsel çöküşüne ve gerçeklikten kaçışına tanık ederken, aynı zamanda yaratıcı süreç ve bağımlılıkla ilgili derin sorular soruyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
18. DÜNYANIN SONUNA KADAR (BIS ANS ENDE DER WELT)
Hikaye 1999 yılında, milenyum dönümünde, bir Hint nükleer uydusunun yönetilemez hale gelmesi ve ardından aniden Dünya’ya doğru yönelmesiyle başlar. Herkes bu felakete odaklanmışken, Claire Tourneur (Solveig Dommartin) bir otomobil kazasına karışır ve ganimetlerini Paris’teki gizli bir yere götürmesi için kendisine görev veren birkaç banka soyguncusuna bulaşır. Yolda, CIA tarafından aranan, görme engelliler için görüntü kaydedebilen çığır açıcı teknolojik bir cihaz taşıyan ve Avustralya’daki ailesine ulaşmaya çalışan başka bir hırsız olan Sam Farber (William Hurt) ile karşılaşır. İkili arasında duygusal bir ilişki başlar. Birlikte, CIA ajanlarından ve ödül avcılarından kaçarlarken, Claire ile karmaşık bir romantik ilişki içinde olan Eugene Fitzpatrick (Sam Neil) de onları takip etmeye başlar. Bu kovalamaca Venedik’ten Fransa’nın güneyine, Berlin’den Çin’e, San Francisco’ya ve Avustralya taşralarına kadar uzanır.
Yol filmlerinin ustası, Alice in the Cities (1974), Kings of the Road (1976) Paris Texas (1984), Wings of Desire, (1989) gibi yol ve yolculuk filmleri ile tanınan Alman yönetmeni Wim Wenders, bu filmi ile yol ve bilim kurgu temalarını birleştiriyor. Film, iki aks üzerinden ilerliyor. İlk aks, bir nükleer uydunun Dünya’ya doğru sürüklenmesi üzerine küresel bir panik durumunu anlatırken, ikinci aks banka soyguncularıyla ve Trevor McPhee adında gizemli bir adamla karşılaşan Claire Tourneur’un kıtalar arası hikayesini anlatıyor. Kaotik bir dünyada insan bağlantısı, teknoloji ve anlam arayışı gibi zamansız temaları keşfeden film, dönemin kaygılarını ve umutlarını içerirken aynı zamanda bilim kurguya benzersiz bir yaklaşım sunuyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
17. BARTON FINK
“Barton Fink”, 1991 yapımı bir Joel ve Ethan Coen filmi. Film, tiyatro oyunları yazan başarılı bir yazar olan Barton Fink’in (John Turturro) Hollywood’a taşınmasını ve bir B filmi senaryosu yazmaya çalışırken yaşadığı zorlukları anlatıyor. Barton, New York tiyatrosunda büyük bir başarı yakaladıktan sonra, Hollywood’dan bir film stüdyosu ona bir ‘güreş filmi’ senaryosu yazma teklifinde bulunur. Barton, bunu film sektörüne geçmek için bir fırsatı olarak görür ve teklifi kabul ederek Hollywood’a taşınır. Ancak, sürekli olarak yaratıcılık krizleri yaşar ve senaryoyu yazmakta zorlanır. Barton, odasının karşısında kalan ve sevimli ama gizemli bir sigorta satıcısı olan Charlie Meadows (John Goodman) ile arkadaş olur. Charlie, Barton’a hayat hikayelerini anlatır ve ona ilham kaynağı olur. Ancak, film ilerledikçe, Barton’un Hollywood’un parlak yüzeyinin altında yatan karanlık ve tekinsiz gerçeklerle yüzleşmesi gerekecektir. Film, yaratıcı süreç, kişisel çıkmazlar, ve Hollywood’un acımasız film endüstrisi hakkında bir dizi metafor ve alegori içerir.
Barton Fink, Coen Kardeşler’in sinematik yeteneklerinin etkileyici bir vitrini ve bir araya getirdikleri güçlü bir ekip sayesinde seyirciyi alışılmadık ve karmaşık bir dünyaya çekiyor. Başrol oyuncusu John Turturro’nun performansı, karakterin kendini ifade etme arzusu ve genellikle bunu başaramama çaresizliği arasındaki sürekli gerilimi mükemmel bir şekilde aktarıyor. Turturro, Fink’in iç dünyasının ve çevresindeki dünyanın çarpıcı portresini çizmekteki yeteneğini muhteşem bir şekilde perdeye yansıtıyor. John Goodman ise seyirciye hem rahatlık veren hem de tedirgin eden bir karakter olarak Charlie Meadows rolünde parlıyor. Performansı, filmin genel tonunu belirleyen önemli unsurlardan biri.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
16. KIZARMIŞ YEŞİL DOMATESLER (FRIED GREEN TOMATOES)
Jon Avnet tarafından yönetilen “Kızarmış Yeşil Domatesler” (Fried Green Tomatoes), Fannie Flagg’in 1987’de yayınlanan “Fried Green Tomatoes at the Whistle Stop Cafe” adlı romanından uyarlanmış. Filmin başrollerinde Kathy Bates, Jessica Tandy, Mary Stuart Masterson ve Mary-Louise Parker yer alıyor. Film, iki farklı zaman diliminde geçen, iç içe geçmiş iki hikayeyi anlatıyor: 1980’lerde Evelyn Couch (Kathy Bates), mutsuz ve hayatından memnun olmayan bir ev kadınıdır. Bir huzurevinde yaşlı bir kadın olan Ninny Threadgoode (Jessica Tandy) ile tanışır ve Ninny’nin gençliğinde Whistle Stop, Alabama’da yaşadığı deneyimleri dinlemeye başlar. Ninny’nin anlattığı hikaye, 1920’lerde geçer ve Idgie Threadgoode (Mary Stuart Masterson) ve Ruth Jamison’ın (Mary-Louise Parker) dostluklarını, maceralarını ve yaşadıkları zorlukları konu alır. Bu anlatılar, Evelyn’in hayatında büyük değişimlere yol açar.
“Kızarmış Yeşil Domatesler”, sıcak ve duygusal anlatımıyla dikkat çeken bir film. Jon Avnet, Fannie Flagg’in romanını ustalıkla sinemaya uyarlayarak, karakter odaklı bir hikaye anlatıyor. Film, dostluk, cesaret, bağımsızlık ve kadın dayanışması temalarını işlerken, izleyiciye duygusal ve ilham verici bir deneyim sunuyor. Hikayenin iki farklı zaman diliminde geçmesi, geçmiş ile günümüz arasında bir bağ kurarken, karakterlerin gelişimini incelikli bir şekilde perdeye yansıtmayı başarıyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
15. GÜZEL VE ÇİRKİN (BEAUTY AND THE BEAST)
“Güzel ve Çirkin” (Beauty and the Beast), Jeanne-Marie Leprince de Beaumont’un klasik Fransız peri masalının Disney tarafından yapılan animasyon uyarlaması. Yönetmenliğini Gary Trousdale ve Kirk Wise’ın yaptığı film, Belle adında zeki ve cesur bir genç kızın hikayesini anlatıyor. Belle, kasabanın tuhaf ve kitap kurdu olarak bilinen biridir. Bir gün, babası Maurice ormanda kaybolur ve korkunç bir Canavar’ın yaşadığı büyülü bir şatoya sığınır. Belle, babasını kurtarmak için Canavar’ın esiri olmayı kabul eder. Ancak zamanla, Canavar’ın aslında lanetlenmiş bir prens olduğunu ve bu laneti bozmanın tek yolunun gerçek aşk olduğunu keşfeder. Filmde Paige O’Hara (Belle), Robby Benson (Canavar), Richard White (Gaston), Jerry Orbach (Lumiere), David Ogden Stiers (Cogsworth) ve Angela Lansbury (Mrs. Potts) gibi yetenekli seslendirme sanatçıları yer alıyor.
“Güzel ve Çirkin” animasyon sinemasının mihenk taşlarından birisi. Film, hem eleştirmenlerden hem de izleyicilerden büyük beğeni toplamış ve animasyon türünün prestijini arttırmıştı. Sinematografisi, müzikleri ve karakter tasarımları ile dikkat çeken bu film, izleyicilere büyülü bir deneyim sunuyor. Şatonun detaylı ve büyülü atmosferi, dans sahnesindeki görsel şölen filmin unutulmazları arasında.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
14. KIRILMA NOKTASI (POINT BREAK)
“Kırılma Noktası” (Point Break)” Hollywood’un en önde gelen kadın yönetmenlerinden Kathryn Bigelow imzalı bir aksiyon filmi. Başrollerde Patrick Swayze (Bodhi), Keanu Reeves (Johnny Utah), Gary Busey (Angelo Pappas) ve Lori Petty (Tyler) yer alıyor. Film, genç FBI ajanı Johnny Utah’ın (Keanu Reeves), Kaliforniya’da bir grup banka soyguncusunu yakalamak için görevlendirilmesiyle başlıyor. Bu soyguncular, soygun sırasında eski başkanların maskelerini taktıkları için “Ex-Presidents” olarak biliniyorlar. Utah, bu soyguncuların ünlü sörfçü Bodhi (Patrick Swayze) ve arkadaşları olduğunu keşfediyor ve onların arasına sızmak için sörf öğreniyor. Bodhi’nin etkileyici karizması ve felsefesi, Utah’ın onunla derin bir dostluk kurmasına neden olurken, Utah’ın sadakati ve görevine olan bağlılığı arasında bir çatışma yaşamasına sebep olur.
“Kırılma Noktası” tekrar tekrar seyretmekten sıkılmadığım kült aksiyon filmlerinden biri. Kathryn Bigelow filmdeki aksiyon sahnelerini ve karakter ilişkilerini başarılı bir şekilde harmanlayarak, izleyiciye sürükleyici ve heyecan dolu bir deneyim sunmayı başarmış. Film, sadece aksiyon ve macera dolu sahneleriyle değil, aynı zamanda “özgürlük” kavramına getirdiği anarşist felsefi yorum ile de dikkat çekiyor. Özellikle sörf sahneleri ve paraşütle atlama sahneleri görsel açıdan çok etkileyici. Donald Peterman’ın kamera kullanımı, izleyiciyi adeta Kaliforniya sahillerinin dev dalgaların içine çekiyor. Keanu Reeves ve Patrick Swayze’in oyunculuklarının güçlü kimyası filmin akıcılığını pekiştiriyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
13. RIFF-RAFF
Sosyal geçekçi filmleriyle tanınan Ken Loach’ın yönettiği “Riff Raff”, Londra’nın doğusunda bir inşaat sahasında çalışan işçilerin yaşamlarına odaklanır. Glasgow’dan Londra’ya taşınan genç inşaat işçisi Stevie (Robert Carlyle), şehrin doğusunda yer alan bir inşaat sahasında iş bulur. Bu sahada, eski bir hastanenin yerine lüks konutlar inşa edilmektedir. Stevie, burada farklı etnik kökenlerden ve farklı bölgelerden gelen işçilerle tanışır. Film, bu inşaat sahasında çalışan işçilerin günlük yaşamlarını, aralarındaki ilişkileri, iş yerinde karşılaştıkları zorlukları ve iş güvenliği eksikliklerini anlatır. İşçilerin birçoğu, düşük ücretlerle, tehlikeli koşullarda ve genellikle kayıt dışı çalıştırılmaktadır. Bu durum, işçilerin hem fiziksel hem de psikolojik olarak zorlanmalarına neden olur. Film, işçi sınıfının yaşadığı ekonomik ve sosyal zorluklara, ayrımcılığa, işçi haklarına ve sosyal adaletsizliklere dikkat çekerken, aynı zamanda dayanışma, dostluk ve aşk gibi evrensel temaları da ele alır.
“Riff Raff” sinemada sosyal gerçekçilik akımının günümüzdeki temsilcilerinden biri olan Ken Loach’ın en önemli filmlerinden biri. Kullanılan doğal ışık, gerçek mekanlar, doğaçlama sahneler, gerçekçi diyaloglar ve sıradan insanların yaşamına dair detaylı gözlemleriyle film, 90’ların başında İngiltere’deki işçi sınıfının yaşadığı zorlukları ve sosyal adaletsizlikleri büyük bir gerçekçilikle yansıtıyor. İşçi hakları, iş güvenliği ve sosyal konut meseleleri dönemin politik ve toplumsal meselelerini ile iç içe aktarılıyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
12. DÜNYADA BIR GECE (NIGHT ON EARTH)
“Dünyada Bir Gece” (Night on Earth), Amerikan bağımsız sinemasının en önemli yönetmenlerinden sayılan Jim Jarmusch tarafından yazılmış ve yönetilmiş bir komedi-drama filmi. Film, beş farklı şehirde geçen beş taksi yolculuğunu anlatıyor: Los Angeles, New York, Paris, Roma ve Helsinki. Her bir bölüm, farklı bir taksi şoförü ve onların gece boyunca karşılaştıkları ilginç yolcuları konu alıyor. Los Angeles’ta bir Hollywood oyuncu seçmelerine yetişmeye çalışan kadın, New York’ta Almanya’dan yeni gelmiş bir taksi şoförü ve onun müşkülpesent yolcusu, Paris’te bir kör kadınla tanışan Afrikalı bir şoför, Roma’da sürekli konuşan bir taksi şoförü ve rahip yolcusu, Helsinki’de ise işinden yeni kovulmuş bir adam ve arkadaşları. Jarmusch bu hikayelerde, insan doğasının farklı yönlerini ve gece hayatının tuhaflıklarını keşfe çıkıyor.
“Dünyada Bir Gece” , Jim Jarmusch’un eşsiz tarzını ve gözlemci bakış açısını yansıtan, büyüleyici bir film. Jarmusch, farklı kültürleri ve şehirleri ustalıkla bir araya getirerek, evrensel temalar üzerine giderken; film, mizah ve dramı harmanlayarak, izleyiciye düşündürücü ve eğlenceli bir deneyim sunuyor. Her bölüm, kendi içinde bir mini başyapıt gibi. Frederick Elmes tarafından gerçekleştirilen sinematografi, her şehrin kendine özgü atmosferini ve gece hayatının enerjisini harika bir şekilde yansıtıyor. Elmes’in kamera kullanımı karakterlerin yaşadığı anları ve duyguları yakından hissettiriyor. Şehirlerin farklı ışıklandırmaları ve gece manzaraları filmin görsel çekiciliğini artırıyor. Oyuncu kadrosu, uluslararası bir yetenekler topluluğu. Winona Ryder, Los Angeles’ta hevesli bir genç taksi şoförünü canlandırırken, Roberto Benigni Roma bölümünde unutulmaz bir performans sunuyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
11. KORKU BURNU (CAPE FEAR)
“Korku Burcu” (Cape Fear), Martin Scorsese’nin yönettiği, John D. MacDonald’ın 1957 tarihli romanı “The Executioners”dan uyarlanan bir psikolojik gerilim filmi. Başrollerde Robert De Niro (Max Cady), Nick Nolte (Sam Bowden), Jessica Lange (Leigh Bowden) ve Juliette Lewis (Danielle Bowden) yer alıyor. Film, eski bir mahkum olan Max Cady’nin (Robert De Niro), savunma avukatı Sam Bowden’dan (Nick Nolte) intikam almak için hapisten çıktıktan sonra onun ve ailesinin hayatını kabusa çevirmesini anlatıyor. Cady, Bowden’ın ailesine karşı psikolojik ve fiziksel bir terör estirir, Bowden ise ailesini korumak için her şeyi göze alır.
“Korku Burcu”, 1962 yapımı aynı adlı filmin yeniden çevrimi. Ancak Martin Scorsese’nin usta yönetmenliği ve Robert De Niro’nun unutulmaz performansıyla film ilk versiyonunu kat be kat aşıyor. Scorsese, filmde gerilim ve korku unsurlarını ustalıkla kullanarak izleyiciyi sürekli diken üstünde tutmayı başarırken, Robert De Niro, Max Cady rolünde olağanüstü bir oyunculuk ile karakterinin psikopat doğasını ve intikam arzusunu etkileyici bir şekilde yansıtarak, izleyiciye unutulmaz bir kötü karakter sunuyor. Bana göre De Niro’nun en iyi performanslarından biri.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
10. BALIKÇI KRAL (FISHER KING)
“Balıkçı Kral” (Fisher King), 1991 yapımı bir drama-komedi filmi. Usta yönetmen Terry Gilliam’ın yönetmenliği yaptığüı filmin senaryosu, Richard LaGravenese’nin kaleminden çıkmış. Filmin başrollerinde Robin Williams, Jeff Bridges, Mercedes Ruehl ve Amanda Plummer yer alıyor. Film, Jack Lucas (Jeff Bridges) adlı kibirli bir radyo DJ’nin yanlış yönlendirdiği bir dinleyicisinin trajik bir olay yaşamasının ardından yaşadığı suçluluk duygusu ve çöküşünü anlatıyor. Hayatı altüst olan Jack, tesadüfen tanıştığı, karısının ölümünden sonra akıl sağlığını yitirmiş evsiz Parry (Robin Williams) ile tanışır. Parry, Orta Çağ efsanelerine takıntılıdır ve Balıkçı Kral’ın kutsal kasesini aramaktadır. Jack, Parry’ye yardımcı olma yolunda kendi içsel huzurunu bulmaya çalışır.
“Balıkçı Kral”, Terry Gilliam’ın karakteristik görsel stili ve fantastik anlatım tarzıyla öne çıkan bir film. Gilliam, filmde New York’un karanlık ve kaotik yapısını ustalıkla işlerken, fantastik unsurları gerçeklikle harmanlayarak izleyiciye etkileyici bir görsel deneyim sunuyor. Film, dramatik ve komik unsurları dengeli bir şekilde işleyerek, izleyiciyi sık sık gülümsemek ve hüzünlenmek arasında bırakıyor. Filmin Roger Pratt tarafından gerçekleştirilen sinematografisi, özellikle Parry’nin halüsinasyon sahnelerinde ve New York sokaklarının gösteriminde dikkat çekici bir başarı sergiliyor. Filmin atmosferi, Gilliam’ın benzersiz vizyonuyla birleşerek, karakterlerin iç dünyalarını ve yaşadıkları zorlukları derinlemesine hissettiriyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
9. JFK
“JFK”, ünlü Amerkalı yönetmen Oliver Stone’un en çok tartışılan filmlerinden biri. New Orleans Bölge Savcısı Jim Garrison’ın (Kevin Costner) 1963’te Amerika Birleşik Devletleri Başkanı John F. Kennedy’ye düzenlenen suikastı araştırmasını konu alıyor. Filmde, Kevin Costner’ın yanı sıra Gary Oldman, Jack Lemmon, Walter Matthau, Sissy Spacek ve Joe Pesci gibi birçok ünlü oyuncu rol alıyor. Savcı Garrison, Warren Komisyonu’nun bulgularını sorgular ve olayın daha büyük bir komplonun parçası olduğuna inanır. Suikastın ardındaki gizemleri ve olası suç ortaklarını açığa çıkarmaya çalışırken, gerçekler ve spekülasyonlar arasında gidip gelir.
Oliver Stone, siyasi ve tarihsel olarak tartışmalı konuları seven ve bu konuları ele aldığında tartışmalı filmlere imza atan muhalif bir yönetmen. Nixon, Katil Doğanlar, Doğum Günüm Dört Temmuz, Borsa, Snowden bu filmlerden bazıları. Belgesel ile de ilgilenen Stone, JFK’da yarı belgesel bir tarz ortaya koyuyor. JFK, Stone’un sinematik ustalığını ve tartışmalı anlatım tarzını çok iyi sergileyen etkileyici bir film. Stone, suikastın ve ardından gelen soruşturmanın karmaşıklığını ve dramatik doğasını ustalıkla ve seyirciyi hiç sıkmayan bir tempoda işliyor. Filmin anlatımında kullanılan hızlı tempolu kurgu ve çeşitli film teknikleri, izleyiciyi hikayenin içine çekerken, Kennedy suikasti ile ilgili tarihsel olayları ve belgeleri detaylı bir şekilde sunmayı başarıyor. Filmde ışık ve gölge kullanımı, karakterlerin psikolojik durumlarını ve hikayenin gerilimini yansıtmakta büyük bir rol oynarken,. seçilen kamera açıları ve çekim teknikleri, Garrison’ın yaşadığı kafa karışıklığını ve paranoyayı seyirciye geçirmeyi başarıyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
8. THELMA AND LOUISE
“Thelma & Louise”, usta Amerikalı yönetmen Ridley Scott’un yönettiği ve Callie Khouri tarafından yazılan bir dramatik yol filmi. Filmin başrollerinde Geena Davis (Thelma) ve Susan Sarandon (Louise) yer alır. Thelma Dickinson ve Louise Sawyer, iki yakın arkadaştır ve sıradan hayatlarından kaçmak için bir hafta sonu yolculuğuna çıkarlar. Ancak, bu kaçamak beklenmedik bir şekilde bir trajediye dönüşür. Louise, Thelma’yı tecavüz etmeye çalışan bir adamı vurur ve ikili kendilerini kaçak olarak bulur. Meksika’ya kaçma planı yaparken, özgürlük ve kendini keşfetme yolculuğuna çıkarlar. Yol boyunca, kimliklerini ve bağımsızlıklarını yeniden tanımlarken, onları izleyen polisle de başa çıkmak zorundadırlar.
“Thelma & Louise”, sinema tarihinde önemli bir yere sahip olan, güçlü ve etkileyici bir film. Ridley Scott, bu feminist klasikle, kadın dostluğunu ve özgürlüğünü destansı bir şekilde ele alıyor. Film, güçlü anlatımı ve karakter gelişimi ile dikkat çekerken, izleyiciyi baştan sona sürükleyici bir maceraya dahil ediyor. Scott’ın yönetmenlik becerisi, filmin dramatik ve gerilim dolu sahnelerini ustalıkla işlerken, Amerika’nın kırsalından geniş ve çarpıcı manzaralarla film epik bir maceraya dönüşüyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
7. THE DOORS
“The Doors”, aynı adlı ünlü rock grubunun hikayesini anlatan, Oliver Stone imzalı bir film. Filmin senaryosunu Stone, Randall Jahnson ile birlikte yazmış. Film, The Doors’un ve efsanevi solisti Jim Morrison’ın hayatına odaklanıyor. Başrollerinde Val Kilmer (Jim Morrison), Meg Ryan (Pamela Courson), Kyle MacLachlan (Ray Manzarek), Frank Whaley (Robby Krieger) ve Kevin Dillon (John Densmore) yer alıyor. Film, Morrison’ın grubun kurucusu ve karizmatik lideri olarak yükselişini, müziğiyle ve sahne performanslarıyla nasıl bir ikon haline geldiğini, aynı zamanda onun kişisel mücadelelerini, bağımlılıklarını ve nihai trajik ölümünü gözler önüne seriyor. 1960’ların karşı kültür hareketinin ortasında The Doors’un efsanevi hikayesini anlatırken, Morrison’ın gizemli ve karmaşık kişiliğini de keşfe çıkıyor.
Oliver Stone’un yönetmenlik becerisi bir yana koyarsak “The Doors”u muhteşem bir film yapan asıl unsur, Val Kilmer’ın Jim Morrison rolündeki olağanüstü performansı. Kilmer Morrison’a fiziksel benzerliğinin yanı sıra, filmdeki sahne performanslarında Morrison’ın karizmasını ve sahne hakimiyetini mükemmel bir şekilde yansıtarak, filmin en etkileyici anlarını oluşturuyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
6. KÖPRÜ ÜSTÜ AŞIKLARI (LES AMANTS DU PONT-NEUF)
Köprü Üstü Aşıklar, (Les amants du Pont-Neuf aka The Lovers on the Bridge), Leos Carax’ın yönettiği ve başrollerinde Juliette Binoche ve Denis Lavant’ın yer aldığı 1991 yapımı bir Fransız filmi. Film, alkol ve yatıştırıcılara bağımlı bir sirk performansçısı olan Alex ile giderek görme yeteneğini kaybeden bir ressam olan Michèle arasındaki aşk hikayesini anlatıyor. Film, Paris’in en eski köprüsü olan Pont Neuf köprüsünün etrafında, onarım için kapalı olduğu bir dönemde geçiyor. Alex ve Michèle, köprüde yaşayan ve hayatlarını sürdürmeye çalışan genç evsizlerdir. Michèle’nin görme yeteneği giderek kötüleşirken, Alex’e olan bağımlılığı artar. Olası bir tedavi bulunduğunda, Michèle’nin ailesi onu bulmak için sokak afişleri ve radyo çağrıları kullanır. Alex, Michèle’nin tedaviyi alırsa onu terk edeceğinden korkarak, ailesinin onu bulmaya çalıştığından haberdar olmasını engellemeye çalışır.
Leos Carax, filmografisinde genellikle dışlanmış karakterlere odaklanan ve onların hikayelerini anlatan bir yönetmen. “Köprü Üstü Aşıkları” da bu tarzın tipik bir örneği. Film, hem hikayesi hem de çekim sürecinde yaşanan zorluklarla, Carax’ın filmografisinde ve sinema tarihinde önemli bir yere sahip.Köprü Üstü Aşıkları, belki de en dikkat çekici tarafı sinematografisi. Jean-Yves Escoffier tarafından yapılan sinematografi, Paris’in en eski köprüsü olan Pont Neuf ve çevresinin güzelliğini gözler önüne seriyor. Film, gece ve gündüz sahneleri arasında geçiş yaparken, ışığın ve renklerin kullanımı özellikle dikkat çekici. Bu, özellikle Michèle’nin görme yeteneğinin giderek kötüleşmesi ve Alex’in bağımlılıklarına paralel olarak, karakterlerin iç dünyalarını ve duygusal durumlarını yansıtmayı başarıyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
5. VERONIKA’NIN İKİLİ YAŞAMI (LA DOUBLE VIE DE VÉRONIQUE)
Ünli Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieślowski’nin yazıp yönettiği “Véronique’nın İkili Yaşamı” (The Double Life of Véronique” (La Double Vie de Véronique, The Double Life of Véronique), başrollerinde Irène Jacob, Halina Gryglaszewska ve Kalina Jędrusik yer aldığı bir drama filmi. Film, Polonya’da ve Fransa’da birbirinden habersiz iki kadının, Weronika ve Véronique’in hayatlarını anlatır. İkisi de aynı gün doğmuş, birbirlerine çok benzer ve benzer deneyimler yaşarlar. Weronika, Kraków’da yaşayan genç bir şarkıcıdır ve kendini müziğe adar. Véronique ise Fransa’da bir müzik öğretmenidir. Film, bu iki kadının paralel yaşamlarını ve aralarındaki gizemli bağı keşfederken, kader, aşk ve kimlik temalarını derinlemesine işler.
“Véronique’nın İkili Yaşamı”, Krzysztof Kieślowski’nin sinematografik dehasını ve insan ruhunun derinliklerine olan hassas yaklaşımını sergileyen büyüleyici bir film. Kieślowski, filmde sıradan yaşamların içindeki büyülü ve mistik unsurları ustalıkla ortaya çıkarırken, izleyiciyi paralel yaşamlar ve kader üzerine düşünmeye davet ediyor. Her insanın bir ikizinin olduğunu düşüncesi üzerine kurulan hikaye bizi gerçeküstü ve açıklanamaz olayların birleştiği bir dünyaya götürüyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
4. KIRMIZI FENERLER (DA HONG DENG LONG GAO GAO GUA)
“Kırmızı Fenerler” (Da Hong Deng Long Gao Gao Gua / Raise the Red Lantern), Zhang Yimou tarafından yönetilen, dönemin Çin’in sosyal yapısını derinlemesine inceleyen bir dram filmi. Başrollerinde Gong Li, Ma Jingwu, He Saifei ve Cao Cuifen gibi Çin sinemasının başarılı oyuncuları yer alıyor. Film, 1920’lerin Çin’inde, zengin bir lordun dördüncü karısı olan genç Songlian’ın (Gong Li) trajik hikayesini anlatıyor. Songlian, evliliğinden sonra, diğer eşler arasındaki kıskançlık, entrika ve güç mücadelesiyle dolu bir dünyaya adım atar. Her akşam, kimin odasında kırmızı fenerlerin yakılacağına karar veren lordun kararı, eşler arasındaki statü savaşını belirler. Bu kırmızı fenerler, güç, sevgi ve statünün sembolü haline gelir.
“Kırmızı Fenerler”, sinema tarihinde önemli bir yer edinen görkemli bir yapım. Zhang Yimou’nun yönetmenlik tarzı, filmdeki her sahneyi bir tablo gibi işlemesiyle dikkat çekiyor. Film, görsel estetiği ve atmosferiyle izleyiciyi içine çekiyor. Özellikle, Zhang’ın ışık ve renk kullanımı, dramatik etkisini artırarak, izleyiciyi filmdeki karakterlerin iç dünyalarına götürüyor. Kırmızı fenerlerin yakıldığı sahneler, hem sembolik anlamları hem de görsel güzellikleriyle sinema tarihinin unutulmazları arasına giriyor. Film, sinematografisiyle de büyük övgüler aldı. Zhao Fei’nin görüntü yönetmenliğinde, her sahne sadece estetik unsurları ile değil, anlatıma derinleştiren etkisiyle övgüye değer. Kamera açıları ve kadraj seçimleri, izleyiciyi karakterlerin sıkışmışlık hissi ve çaresizliğiyle yüzleştiriyor. “Kırmızı Fenerler”, dönemin toplumsal yapısını eleştirirken, izleyiciye aynı zamanda dokunaklı bir hikaye sunmayı başarıyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
3. TERMINATÖR 2: MAHŞER GÜNÜ (TERMINATOR 2: JUDGMENT DAY)
Ünlü Amerikalı yönetmen James Cameron’un yazıp yönettiği“Terminator 2: Mahşer Günü” (Terminator 2: Judgment Day), artık kült bir klasik sayılan 1984 yapımı “The Terminator” filminin devamı niteliğinde. Başrollerde yine Arnold Schwarzenegger (Terminatör/T-800), Linda Hamilton (Sarah Connor) oynuyor. Bu filmde onlara, Edward Furlong (John Connor) ve Robert Patrick (T-1000) eşlik etmiş. Film, gelecekteki insan direnişinin lideri John Connor’ı çocukken korumak için gönderilen T-800 adlı yeniden programlanmış bir Terminatör (Arnold Schwarzenegger) ile John’u öldürmek için gönderilen, daha gelişmiş ve ölümcül bir Terminatör olan T-1000 (Robert Patrick) arasındaki ölmümcül mücadeleyi konu alıyor. Sarah Connor (Linda Hamilton), oğlunu ve geleceğin umudunu korumak için T-800 ve John ile birlikte T-1000’e karşı savaşıyor. Birlikte insanlığın kaderini belirleyecek olan “Kıyamet Günü”nü engellemeye çalışıyorlar.
15 yaşında sinemada seyrettiğimde, “Terminator 2: Mahşer Günü”, o güne kadar yaşadığım en doyurucu ve heyecan verici sinema deneyimiydi. Filmin görsel efektleri ve çarpıcı aksiyon sahnelerinin etkisini birkaç gün üzerimden atamamıştım. Filmin tema müziği kafamda dönüp duruyordu. Film bence bilim kurgu ve aksiyon sinemasının mihenk taşlarından biri. James Cameron, yönetmenlik becerileri ve yenilikçi görsel efekt kullanımıyla sinema tarihinde çığır açan bir filme imza atmış. Film, sadece aksiyon sahneleriyle değil, aynı zamanda karakter gelişimi ve insan ve makine arasındaki ilişkiyi keşfeden duygusal anlatımıyla da dikkat çekici.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
2. PARLAK BİR YAZ GÜNÜ (GU LING JIE SHAO NIAN SHA REN SHI JIAN)
“Parlak Bir Yaz Günü” (Gu ling jie shao nian sha ren shi jian, A Brighter Summer Day), Tayvanlı yönetmen Edward Yang tarafından yönetilen ve yazılan bir drama filmi. Başrollerinde Chang Chen, Lisa Yang, Chang Kuo-Chu ve Elaine Jin yer aldığı film, 1960’ların başında Taipei’de geçer ve Çin İç Savaşı’ndan sonra Tayvan’a göç eden ailelerin hayatlarını konu alır. Hikaye, Xiao Si’r adlı genç bir çocuğun (Chang Chen) etrafında döner. Xiao Si’r, arkadaşlık, aşk ve şiddetle dolu bir dünyada büyürken, bir yandan da ailesinin ve çevresinin siyasi ve toplumsal baskılarıyla mücadele eder. Gerçek bir olaydan esinlenen “Parlak Bir Yaz Günü”, gençlik isyanı, toplumsal değişim ve kimlik arayışı temalarını üzerine bir uzun bir anlatı.
Tayvan Sinemasının en önemli filmlerinden biri kabul edilen “Parlak Bir Yaz Günü”, Edward Yang’ın uzun, detaylı çalışmasını bir ürünü. Karakterleri derinlemesine işleyen, zengin ve detaycı anlatımıyla dikkat çeken bir başyapıt. Film, Tayvan’ın toplumsal ve siyasi yapısını incelerken, bireylerin bu bağlamda nasıl şekillendiğini ve etkilendiğini ustalıkla yansıtıyor. Tayvan’da 1961 yılında yaşanan gerçek bir olaydan esinlenen film, Tayvan toplumundaki gençlik isyanının ve sosyal değişimi anlatıyor. Yang, dört saatlik epik bir anlatımla, izleyiciyi 1960’ların Taipei’sinin atmosferine çekiyor, ülkenin ve insanlarının dönüşümünü ustalıkla perdeye yansıtıyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
1. KUZULARIN SESSİZLİĞİ (THE SILENCE OF THE LAMBS)
“Kuzuların Sessizliği” (The Silence of the Lambs) Jonathan Demme tarafından yönetilen, başrollerinde Jodie Foster, Anthony Hopkins, Scott Glenn ve Ted Levine’in yer aldığı bir psikolojik gerilim filmi. Film, Thomas Harris’in aynı adlı romanından uyarlanmış. Genç FBI ajanı Clarice Starling (Jodie Foster), kadınları kaçırıp öldüren seri katil “Buffalo Bill”i (Ted Levine) yakalamak için görevlendirilir. Soruşturma sırasında, hapsedilmiş olan ve son derece tehlikeli bir yamyam katil olan Dr. Hannibal Lecter’den (Anthony Hopkins) yardım almak zorunda kalır. Lecter, Starling’e vakayla ilgili ipuçları verirken, kendi psikolojik oyunlarını oynamaktan geri durmaz. Clarice, hem Lecter’in zihin oyunlarıyla başa çıkmaya çalışır hem de Buffalo Bill’i yakalamak için zamana karşı yarışır.
“Kuzuların Sessizliği”, her anı heyecan ve merakla dolu, sinema tarihinin en etkileyici gerilim filmlerinden biri. Jonathan Demme, karakterlerin psikolojik derinliklerine inerek izleyiciye karmaşık ve çok katmanlı bir hikaye sunuyor Filmin atmosferi, karanlık ve ürkütücü tonlarıyla izleyiciyi baştan sona diken üstünde tutmayı başarıyor. Fotoğraf sanatçısı Tak Fujimoto’nun görüntü yönetmenliği de filme çok şey katıyor. Yakın plan çekimleri, özellikle Dr. Hannibal Lecter ve Clarice Starling arasındaAddams Ailesi, ki sahnelerde, karakterlerin duygusal yoğunluğunu ve gerilimini harika bir şekilde yansıtıyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
—
Bu listede de, Robin Hood Hırsızlar Prensi, Addams Ailesi, Sıkı Atışlar gibi 1991 yılının gişe rekortmeni filmlerini listeye alamadım. Bunun sebebi dünya sinemasını da kapsayan bir liste yapmayı hedeflemem ve kişisel film zevkim. Örneğin, 1992 yılının çok ödüllü filmi Dalgalar Prensi‘ni de listeye almadım çünkü Barbra Streisand yüzünden filmi sevmemiştim. Seyretmediğim ya da unututuuğum başka iyi filmler de olabilir. Sonuçta 1991 yılı, birbiri ardına harika filmlerin gösterime girdiği müthiş bir sineme yılıydı. 1992 Yılının en İyi 25 Filmi seçkisinde görüşmek üzere…
—
BONUS: 1991 Yılının En İyi 5 Türk Filmi
5. MEM Ü ZİN
Yönetmenliğini Ümit Elçi’nin yaptığı “Mem û Zîn”, Cizre’de 1450/1451 yılında yaşanan ve 17. yüzyıl sonunda Ehmedê Xanî tarafından manzum bir eser olarak yazıya geçirilen destansı aşk öyküsünü anlatıyor. Yüzlerce yıl önce Botan’ın hükümdarı Zeyniddin Bey’in, güzellikleriyle ünlü iki kız kardeşi Zin ve Siti vardı. Bir Nevroz kutlamasında, Mem ve Tajdin, adlı iki genç erkek hükümdarın kız kardeşlerine aşık olur. Tajdin, sevdiği Siti ile evlenebilmek için Zeyniddin Bey’den izin ister ve Bey, bu birlikteliği onaylar. Tajdin ile Siti, görkemli bir düğünle evlenirler. Mem ve Zin’in evlilik sırası geldiğinde, Zeyniddin Bey’in veziri, şeytani Beko, hükümdarı bu evliliğe karşı çıkmak için kışkırtır. Birbirlerini seven Mem ve Zin Beko’nun fitneleri sonucunda kavuşamazlar ve aşkları bir trajediye dönüşür. Film, bu hikayeden yola çıkarak, Mem ve Zin’in trajik aşk hikayesini konu alır. Mem, güzelliğiyle ünlü Zin’e aşık olur, ancak bu aşk bir dizi trajik olayın fitilini ateşler. Zin’in ailesi ve çevresindeki toplumsal baskılar, bu aşkın karşısında engeller oluşturur. Film, aşk, onur ve kader temasını işlerken, aynı zamanda Kürt toplumunun geleneksel değerlerine ve kültürel özelliklerine de ışık tutar.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
4. ATEŞ ÜSTÜNDE YÜRÜMEK
Yönetmenliğini Yavuz Özkan’ın yaptığı “Ateş Üstünde Yürümek”, Türkiye’nin siyasi tarihinin modern bir bale gösterisiyle sahnelenme sürecini konu alıyor. Oyuncu kadrosunda, Yılmaz Zafer, Hülya Aksular, Semiha Berksoy, Kürşat Alnıaçık, Erdoğan Akduman, İlhan Kilimci, Yeşim Tozan, ve Ertaç Özden’in yer aldığı filmde, bir tiyatro yönetmeni, bir ülkenin tarihini anlatan bale gösterisi hazırlamaktadır. Gösteri bölümler halinde sahnelenir. Bu yüzden bölümler arası geçişte bazı uyumsuzluklar yaşanır. Yönetmen, dansçı ekiple toplantı yapar. Bazı sahneler çok iyiyken bazılarının neden iyi olmadığı üzerine tartışırlar. Yönetmen, özellikle demokrasiye geçiş sahnesinin hiç iyi olmadığını ifade eder. Bunun nedenleri üzerine konuşurken dansçılar arasında bir tartışma yaşanır. Yönetmen, eseri en iyi şekilde sahnelemek için elinden geleni yapacaktır.
Yavuz Özkan, “Ateş Üstünde Yürümek” filmiyle, Türkiye’nin siyasi tarihindeki belli başlı olayların bir muhasebesini yapıyor. Filmde, siyasal ve toplumsal olaylar özgün bir atmosferde anımsanırken, bu sürecin toplumu nasıl etkilediği irdeleniyor. Olaylar tarihsel perspektifi yalnızca modern bale ile anlatılırken toplumun bu olaylardan nasıl etkilendiği ve bireylerdeki yansımaları ana hikayenin içine gömülmüş bir aşk hikayesi ile anlatılıyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
3. KURT KANUNU
Yönetmenliğini Ersin Pertan’ın üstlendiği “Kurt Kanunu” filminin başrollerini Mehmet Akan, Aslı Altan, Hümeyra, Berhan Şimşek, Şahika Tekand ve Yılmaz Zafer paylaşıyor. Kemal Tahir’in 1969 tarihli aynı isimli romanına dayanan film, Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’ya 1926 yılında İzmir’de yapılması planlanan suikastı konu alıyor. 10 Haziran 1926’da İstanbul Galata Rıhtımı’nda, Gülcemal adlı vapur İzmir’e hareket etmek üzeredir. İttihatçıların kabadayısı Kerim dürbünle vapuru gözlemektedir. Küpeştede bulunan eski İttihatçılardan ve muhalif eski mebuslardan Laz İsmail ile Ziya Hurşit, Mustafa Kemal’e suikast amacıyla İzmir’e yola çıkmaktadırlar.
Ersan Petan ilk uzun metrajlı filminde Kemal Tahir’in romanının oldukça başarılı bir biçimde perdeye taşımış. Tahir’i romanı Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında, bir ulus devletin kuruluşu sürecinde yaşanan politik mücadeleyi, kişisel çatışmaları ve ihtirasları, bir suikast planı çevresinde başarılı bir şekilde yansıtıyor. Film, Türkiye’nin erken Cumhuriyet dönemindeki siyasi gerilimler ve entrikaları ele alarak, bu zorlu dönemdeki iktidar mücadelelerini, ihanetleri ve politik çatışmaları, başarılı oyunculuklarla, anlatıyor.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
2. GİZLİ YÜZ
“Gizli Yüz” yönetmenliğini Ömer Kavur’un yaptığı, senaryosunu ünlü romancı Orhan Pamuk’un yazdığı bir dram filmi. Başrollerinde,Zuhal Olcay, Fikret Kuşkan, Sevda Ferdağ, Savaş Yurttaş ve Rutkay Aziz gibi dönemin en önemli oyuncuları yer alıyor. İstanbul’un eğlence yerlerinde fotoğraf çeken genç bir adam çektiği tüm fotoğrafları gizemli bir kadına götürür. Kadının aradığı özel bir yüzdür. Sonunda küçük bir mahalle saatçisinin yüzünde aradığını bulur. Fotoğrafçıdan saatçiyi bulmasını ister. Ama fotoğrafçı bu arayış içinde, hem saatçinin hem de kadının izini kaybeder. Düşle gerçeğin harmanlanıp yaşama ilişkin tüm soruların soyut bir şekilde değerlendirildiği bu yolculukta garip bir köşe kapmaca oyunu başlar.
Türk Sineması’nın usta yönetmenlerinden Ömer Kavur ile Türk Edebiyatı’nın günümüz en önemli yasarlarından Orhan Pamuk’u bir araya getiren Gizli Yüz Türk Sineması’nın kadri pek bilinmeyen filmlerinden. Birçok festivalde ödül alsa da seyircinin ve eleştirmenlerin çok ilgi göstermediği film, Kavur’un kendine has sanatçı duyarlılığıyla birleşen senaryonun izleyiciyi bir düşünce fırtınasına tuttuğu söylenebilir. Orhan Pamuk, kitabı Kara Kitap’taki postmodern tavrını, yazdığı senaryoya yoğun biçimde yansıtmış.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
1. PİANO PİANO BACAKSIZ
1991 yapımı “Piano Piano Bacaksız,” Tunç Başaran tarafından yönetilen, Kemal Demirel’in aynı adlı romanından uyarlanan bir filmdir. Film, İkinci Dünya Savaşı’nın başlarındaki İstanbul’da, eski bir konakta yaşayan çeşitli insanların hayatlarını küçük Kemal’in gözünden anlatıyor. Savaşın ve fakirliğin etkisi altında yaşayan bu insanların trajikomik hikayeleri, umut ve masumiyet temalarıyla işleniyor. Filmin oyuncu kadrosunda Rutkay Aziz, Meral Çetinkaya, Yalçın Güzelce ve Emin Sivas yer alıyor. Film, dönemin sosyo-ekonomik yapısını ve zorlu yaşam koşullarını samimi bir dille yansıtıyor.
Tunç Başaran, daha önce 1989’da Feride Çiçekoğlu’nun “Uçurtmayı Vurmasınlar” adlı kitabından uyarladığı filmle masumiyet duygusunu sade bir şekilde anlatmıştı. Bu kez, Kemal Demirel’in romanıyla bizi 1940’ların sıkıntılı İstanbul’una götürüyor. İkinci Dünya Savaşı’nın başlarında, eski bir konakta yaşayan ve hayatta kalma mücadelesi veren insanları, küçük Kemal’in gözünden izliyoruz. Onların trajikomik hikayelerini ve dönemin zor yaşam koşullarını, küçük Kemal’in umut dolu ve masum dünyasıyla görüyoruz.
Bu film hakkında daha fazla bilgi
* Listede olması gerektiğini düşündüğünüz, 1991 yılında gösterime giren filmler varsa, lütfen yorumlarda belirtiniz.