“Onların televizyonları vardı, Biz İnternet’te büyüdük.” SYRIZA’nın günlük gazetesi Avgi’nin (Şafak) internet sayfası yöneticilerinden Matthew Tsimitaki, SYRIZA’nın başarılı seçim kampanyasını bu sözlerle özetliyor. *
Elbette 1930’lardan beri Avrupa kıtasında ilk kez bir sosyalist partinin seçim kazanmasının altında yatan en önemli sebep; Yunanistan’da son beş yıldır uygulanan kemer sıkma politikaları ve bunun sonucu ortaya çıkan yaygın işsizlik ve yoksullaşma. Özellikle gençler arasında %50’leri aşan işsizliğin, ardı ardına kapanan işletmelerin, Yunanistan’da yapılan genel seçim sonuçlarında belirleyici olduğu muhakkak. Bununla beraber özellikle geleneksel medyada kendine yer bulamayan, aksine yoğun bir karşı propagandaya maruz kalan SYRIZA’nın, mesajlarını büyük kitlelere ulaştırmayı başarabilmesi ve 10 yıl önce %3’ler düzeyinde olan oyunu %36’lara çıkarabilmesi dikkat çekici. Öyle ya, dijital medya diğer partilerin de kullanımına açık ve onların televizyonları ve gazeteleri de var. Üstelik seçim kampanyaları sırasında başta Almanya ve İngiltere olmak üzere, AB ülkeleri de SYRIZA karşıtı kampanyaya maddi manevi büyük destek verdiler. Avrupa’nın önemli medya kurumları, örneğin BBC, SYRIZA’yı ülkeyi kaosa sürükleyecek irrasyonel radikal bir akım gibi göstermek için yayınlar yaptılar. Kısaca, sadece Yunan ana akım medyası değil Avrupa medyası da SYRIZA’nın muhtemel seçim başarısının Yunanistan için felaket olacağını öne sürerek bir korku siyaseti geliştirdiler ve bunun seçim sonuçlarında Yeni Demokrasi Partisinin lehine etkili olması için büyük çaba sarf ettiler.
Tsimitakis, SYRIZA ile ana akım medya arasındaki gerilimi gerçeklik üzerinde bir fikir savaşı olarak görüyor. En büyük rakipleri olan Yeni Demokrasi Partisinin kampanyalarını ‘gerçeklik’ kavramı üzerinden kurduğunu hatırlatıyor ve ana akım medyayı bu ‘gerçekliğin’ taşıyıcısı olarak konumlandırıyor. “10 yıllık bir mücadele sonucunda bu gerçeklik algısını değiştirmeyi başardık. Artık insanlar televizyonu bilgilenmek için değil, muktedirlerin ne söylediğini öğrenmek için izliyor. Bu bir güç savaşı. İnsanlar 10 yıl öncesine kıyasla çok daha bilinçli. Toplumdaki birçok kişi kendilerine sunulan ‘gerçekliğe’ inanmıyor.”
SYRIZA ana akım medya tarafından ‘gerçeklik’ olarak sunulan bu korku siyasetinin karşısına umudu koydu. Bu umut siyasetini toplumun özellikle genç, eğitimli ve online kesimlerinde yaygınlaştırmayı başardılar. Giderek zorlaşan ekonomik koşulların zorlamasıyla siyasallaşarak parti gönüllüleri haline gelen gençler üzerinden toplumun diğer kesimlerine de ulaştılar. Burada kilit önem taşıyan strateji, partinin kısıtlı öz kaynaklarını bilgi işlem teknolojilerini kullanarak verimli bir şekilde örgütleyebilmesinin yanı sıra çoğunlukla işsiz gençlerden oluşan gönüllülerin partinin mesajlarını yaygınlaştırmada önemli rol oynaması oldu. Bu ayrıca parti ile seçmenler arasında özellikle sosyal medya üzerinden bir diyalogun gelişmesine ve seçmen üzerinde ana akım medya tarafından yaratılan korkunun bu diyalog sayesinde kırılabilmesine sebep oldu. Dijital medyanın iyi kullanımı, SYRIZA’nın Avrupa’daki destekçileriyle ilişkilerini güçlendirmesine ve Avrupa’dan gelen anti-propagandaya karşı güçlü durabilmesine de sebep oldu.
Al Jezire Plus Televizyonu seçimden hemen önce INSIDE SYRIZA (Syriza’nın İçinden) adlı iki bölümlük bir haber hazırladı. Bu haber dizisinin ilk bölümünde, kemer sıkma politikalarının toplumda yarattığı tahribat ve bu tahribattan zarar gören insanların SYRIZA hareketinin toplumsal tabanına nasıl dönüştüğünün ipuçları var.
İkinci bölümde ise SYRIZA’nın seçmenlerle kurduğu ilişki ve bu ilişkide dijital medyanın rolü anlatılıyor. Özellikle SYRIZA’nın karizmatik lideri Alexis Tsipras’ın (Aleksis Çipras) toplumla kurduğu ilişki, şehir merkezlerinde seçim çalışmaları için kurulan ve herkesin girip çıkabildiği çadırların işlevi ve sosyal medya üzerinden örgütlenen üyeler ile gönüllülerin seçim kampanyasına katkısı anlatılıyor.
Bütün bunlar Türkiye’deki sol muhalefet için ne anlam taşıyor? Elbette Yunanistan ve Türkiye’nin sosyal ve ekonomik yapılarını karşılaştırmak ve Yunanistan’daki bir sol partinin iktidar yürüyüşü üzerinden bir siyaset oluşturmak mümkün değil. Ancak SYRIZA’nın iletişim stratejileri ve taktiklerini incelemek, zaferle sonuçlanan seçim kampanyasının deneyimlerinden faydalanmak ve internetin bir bilgi işlem teknolojisi olarak örgütlenmeye olan katkısını anlamaya çalışmak mümkün.
Bu çerçevede interneti salt bir propaganda aracına indirgeyen yaklaşımı acilen terk etmek gerek. Günün sonunda bu yaklaşımın interneti, ‘kendi mahallesine propaganda yapmanın’ bir başka yoluna dönüştürdüğünü görmek gerek. Muhalefeti yaygınlaştırmanın, yeni insanlara ulaşmanın, kitleselleşmenin yolunun interneti canlı bir siyasal tartışmanın yürütüldüğü bir kamusal alan olarak tanımlamak ve siyaset meydanları ile ilişkisini bir reel/sanal farklılığından çıkararak iç içe geçmiş bir melez yapı olarak kavramak, şeffaflaşan bir örgütlenme modeliyle gönüllüleri kendine çeken iletişim stratejilerinde dijital medyayı merkeze oturtan bir strateji ile yaratıcı taktik ve eylemlere kafa yoran, dijital iletişim kültürünü kavrayan bir anlayışın gelişmesi gerek. Yoksa şu kadar Facebook takipçimiz var, Twitter’da şu kadar RT alıyoruz hikayesi sol siyaseti hiçbir yere götürmeyecektir. Dijital iletişim imkanlarını geliştirmek ve bilgi işlem teknolojilerini örgütlenme için kullanmak için gereken çabayı göstermeden, bize televizyonlarda söz hakkı vermiyorlar serzenişi ise hiçbir işe yaramayacaktır, çünkü bu asla olmayacak.
Yazıyı ilginç bir ayrıntıyla bitirelim. Neoliberalizmin uçuruma yuvarladığı Yunanistan’ın umudu olan SYRIZA’nın taşıyıcı propaganda filmlerinden biri, Neoliberalizmin ağa babalarından Ronald Reagan’ın 1980’lerde ABD Başkanlık seçimlerinde kullandığı propaganda filmlerinden birinden yoğun olarak esinlenmiş (Aşağıda her iki filmi de izleyebilirsiniz). Sadece bu bile umut siyasetini kitleselleştirmek için bir sosyalist partinin Amerikan tarzı iletişimi nasıl kullandığını göstermesi bakımından ilginç ve üzerinde düşünülmeye değer. Benzer bir örneği 1988’de gerçekleştirilen ve Diktatör Augusto Pinochet’in iktidarına son veren Şili referandumunu anlatan NO (Hayır) adlı filmde de görüyoruz. René Saavedra’nın yönettiği film, Pinochet karşıtı solun referandum kampanyasında görev alan, Amerikanvari reklamlarla umut siyasetini kitleselleştiren ve her türlü baskıya karşı referandumun kazanılmasında büyük rol oynayan bir reklamcının hikayesi.
* https://commonspace.scot/articles/107/how-syriza-won-the-media-war-and-overcame-project-fear