Teknoloji Yönetişiminde Bütüncül Bir Yaklaşım: İnsan Odaklı Politika İçin Bir Çerçeve Önerisi

yazan: Özgür Kurtuluş

Giriş: Mevcut Teknoloji Politikalarının Sınırlarını Aşmak

Teknoloji, ilerlemenin güçlü bir motoru olsa da, mevcut yönetişim modellerimiz sistematik olarak başarısız olmakta ve toplumlarımızı öngörülebilir ancak katastrofik risklere maruz bırakmaktadır. Bu başarısızlığın temelinde, teknolojiyi birbirinden bağımsız ve nötr araçlar bütünü olarak gören kusurlu ve dar bir anlayış yatmaktadır. Gelecekteki ağır sosyal, çevresel ve etik maliyetlerden kaçınmak için daha bütüncül ve insan odaklı bir çerçevenin benimsenmesi acil bir stratejik zorunluluktur.

Bu önerinin temelinde, Andrew Feenberg’in, teknoloji hakkındaki sağduyulu fikirlerimizin çoğunun yanlış olduğu ve politika hatalarına yol açtığı yönündeki temel argümanı yatmaktadır. Bu yaygın yanılgıya göre teknolojiler, doğada bulunan nesnelere benzer varlıklardır. Oysa gerçekte, teknolojiler ne “doğal” ne de “bağımsızdır”; aksine, daha geniş bir sistem veya “niş” –yani bir teknolojinin işlevini yerine getirebilmesi için gerekli olan altyapı, kültürel pratikler ve çevresel koşulların oluşturduğu bütüncül ekosistem– içinde derin sosyal ve birbirine bağlı yapılardır.

Bu politika önerisinin amacı, teknolojinin gerçek doğasına ilişkin daha derin bir anlayışa dayanan ve on temel paradoksu yol gösterici bir çerçeve olarak kullanan yeni bir teknoloji yönetişimi yaklaşımını savunmaktır. Daha iyi bir çerçeve inşa edebilmek için öncelikle mevcut yaklaşımların neden sürekli olarak başarısız olduğunu teşhis etmeli ve bu temel yanılgıları anlamalıyız.

1. Mevcut Yaklaşımın Analizi: Gözden Kaçırılan Bağlantılar ve Öngörülemeyen Sonuçlar

Mevcut teknoloji politikalarını şekillendiren temel varsayımları eleştirel bir gözle incelemek, stratejik açıdan hayati önem taşımaktadır. Bu politikaların başarısızlığı genellikle kötü uygulamadan değil, Feenberg’in “teknik yanılsaması” olarak adlandırdığı kusurlu bir kavramsal temel üzerine inşa edilmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu yanılsama, eylemlerimizin geri beslemelerini ve daha geniş bağlamını görmemizi engelleyerek öngörülebilir hatalara zemin hazırlar.

Mevcut Politikaların Temelindeki Yanılgı: Parçalar ve Bütün Paradoksu

Bu “teknik yanılsama”, kendini en başta “parçalar ve bütün paradoksunu” kavrayamamamızda gösterir. Bu paradoksa göre, bir parçanın (teknoloji) doğasını belirleyen şey, hizmet ettiği bütündür (sosyo-çevresel sistem); bütün, parçaların bir araya gelmesinden ibaret değildir. Otomobil ve lastikleri arasındaki ilişki bu bağımlılığı mükemmel bir şekilde göstermektedir: Bir lastik, otomobilden ayrıldığında işlevini yitirir, çünkü lastiklerin varlık nedeni ve tasarımı, hizmet ettikleri otomobilin bütünü tarafından belirlenir. Otomobil, lastikleri olduğu için yolda gitmez; aksine, otomobil yolda gittiği için lastikler ona aittir.

Politika yapımında sıkça düşülen hata, teknolojileri destekleyici bağlamlarından veya “nişlerinden” koparılıp ithal edilebilecek veya uygulanabilecek izole nesneler olarak görmektir. Gelişmiş bir ülkede etkili bir kanalizasyon sistemiyle güvenli bir şekilde bertaraf edilen endüstriyel kirleticilerin, bu altyapıdan yoksun bir ülkede su kuyularını zehirlemesi veya Batı’dan ithal edilen klavyelerin Japon yazı dilini temsil edememesi gibi örnekler bu hatanın sonuçlarıdır. Bu dar bakış açısının yıkıcı sonuçları, genellikle hemen ortaya çıkmaz; uzun süre gözden kaçan ve biriken ince sorunlar olarak kendini gösterir.

Vaka Analizi: Çin’in Otomobil Stratejisindeki Bütüncül Bakış Eksikliği

Çin’in özel otomobili birincil ulaşım aracı olarak benimsemesi, “teknik yanılsama” tarafından kör edilmiş ve parçalar ile bütün arasındaki ilişkiyi feci şekilde yanlış yorumlamış bir politika örneğidir. Bu politika, otomobili kendi başına bir “parça” olarak ele almış, ancak onu sürdürülebilir kılacak sosyal, ekonomik ve çevresel “bütünü” tamamen göz ardı etmiştir.

Bu stratejik hatanın sonuçları, kusurlu analitik modelin öngörülebilir bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Çin gibi devasa bir nüfusun petrol piyasalarına katılımıyla artacak olan yakıt fiyatları, özel otomobil kullanımını zamanla sürdürülemez kılacaktır. Daha da önemlisi, bu süreçte şehirlerin otomobil merkezli ulaşıma göre inşa edilmesi, gelecekte geri döndürülmesi muazzam maliyetler gerektirecek bir kentsel altyapı mirası bırakacaktır. Bu, basit bir hatadan ziyade, bütüncül bir sistem analizi eksikliğinin doğrudan bir sonucudur.

Basitleştirmenin Karmaşık Maliyetleri: Eylem ve Karmaşıklık Paradoksları

Dar odaklı politikaların gizli maliyetleri, “eylem paradoksu” (eylemde bulunurken eylemin nesnesi haline geliriz) ve “karmaşıklık paradoksu” (basitleştirme karmaşıklaştırır) ile daha da belirginleşir. Teknik eylemler, eylemde bulunanı etkileyen geri besleme döngüleri yaratır. Bu geri beslemeler iki temel şekilde ortaya çıkar: ertelenmiş nedensel geri bildirimler (örneğin çevre kirliliği) ve anlam dönüşümleri (örneğin amniyosentez teknolojisinin üremenin anlamını değiştirmesi). Bu geri besleme döngülerini haritalandırmayan herhangi bir politika, yalnızca riskli değil, aynı zamanda sorumsuz ve stratejik olarak da sağlam değildir.

Bu analitik başarısızlıklar, teknoloji yönetişimi için temelde yeni bir dizi yol gösterici ilkenin gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.

2. Yeni Bir Çerçeve Önerisi: İnsan Odaklı Teknoloji Yönetişiminin İlkeleri

Geçmişin kusurlu varsayımlarını aşmak, teknoloji-toplum ilişkisinin daha gerçekçi bir şekilde anlaşılmasına dayanan yeni ve proaktif bir çerçeve gerektirir. Bu bölüm, önerimizin özünü oluşturmaktadır. Aşağıda sunulan üç ilke, bu yeni yaklaşım için eyleme geçirilebilir bir temel sağlamaktadır.

İlke 1: Nesneye Değil, Sisteme Odaklanın

Bu ilke, politika yapıcıların “parçalar ve bütün paradoksunu” anlamasını ve teknolojiyi asla tek başına bir nesne olarak değerlendirmemesini zorunlu kılar. Herhangi bir teknoloji değerlendirmesi, teknolojinin başarılı ve sürdürülebilir bir şekilde işlemesi için gereken tüm sosyo-teknik “nişi” analiz etmelidir. Sonuç olarak, bir teknolojiyi bütüncül bir “niş” etki değerlendirmesi olmaksızın, tek başına ele alan her türlü politika önerisi eksik kabul edilmeli ve varsayılan olarak reddedilmelidir.

Bu ilke uyarınca, politika değerlendirmeleri, büyük ölçekli teknolojik uygulamaları onaylamadan önce altyapı, kültürel pratikler ve çevresel kapasite gibi gerekli bağlamsal unsurları açıkça tanımlamalı ve hesaba katmalıdır.

İlke 2: Karşılıklı Etkiyi ve Geri Beslemeyi Kabul Edin

Endüstriyel kirlilik vakalarında açıkça göz ardı edilen “eylem paradoksunun” yarattığı maliyetli geri besleme döngülerine karşı koymak için bu çerçeve, politikaların “teknik yanılsamasını” terk etmesini zorunlu kılar. Politika, tüm teknolojik müdahalelerin toplum, kültür ve bireysel kimlik üzerinde karşılıklı etkileri olduğu öncülünden hareket etmelidir.

Politika yapıcıların dikkate alması gereken temel geri besleme döngüleri şunlardır:

Nedensel Yan Etkiler: Çevre kirliliği gibi eylemin doğrudan alanının ötesine uzanan, uzun vadeli ve geniş ölçekli sonuçlar.

Anlamdaki Değişimler: “Uzak” ve “yakın” gibi temel kavramların veya özel ve kamusal alan ayrımlarının teknoloji tarafından nasıl dönüştürüldüğü.

Kimlikteki Değişimler: Teknolojilerin, “ne yaptığınız” (üretim kimliği) ve “ne kullandığınız” (tüketim kimliği) üzerinden kimliğimizi nasıl şekillendirdiği.

İlke 3: Değerleri Kurucu Veri Olarak Bütünleştirin

“Değer ve olgu paradoksuna” dayanan bu ilke, “değerler geleceğin olgularıdır” temel tezini bir politika önerisi olarak ortaya koyar. Güvenlik, sağlık ve çevre koruma gibi kamusal endişeler, “nesnel” teknik ilerlemenin önündeki sübjektif engeller olarak görülmemelidir. Aksine bu değerler, tamamen teknik modellerin gözden kaçırdığı eksiklikleri ve riskleri ortaya çıkaran hayati veri noktalarıdır.

Politika süreci, bu değerleri somut teknik şartnamelere dönüştürecek şekilde tasarlanmalıdır. Örneğin, Iroquois Tiyatrosu yangınından sonra kamuoyunun güvenlik talepleri, yanan çıkış işaretleri ve dışa doğru açılan kapılar gibi zorunlu teknik standartlara dönüştürülmüştür. Zamanla teknik uzmanlar, reforme edilmiş bu tasarımların ardındaki politik mücadeleyi unutur ve onları saf, nesnel bilginin bir ürünü olarak savunurlar. Bu süreç, değerlerin zamanla teknik olgulara dönüştüğünü ve kamuoyu katılımının teknik bilginin eksikliklerini gideren tamamlayıcı bir unsur olduğunu kanıtlar.

Bu ilkeler güçlü bir temel sunsa da, etkili olabilmeleri için somut uygulama mekanizmalarına ihtiyaç duymaktadırlar.

Sonuç ve Eylem Çağırısı: İlerlemeyi Yeniden Tanımlamak

Bu önerinin temel argümanı, seçimin teknolojik ilerleme ile durgunluk arasında değil, körü körüne ve dar bir şekilde tanımlanmış bir ilerleme ile daha bilgece ve bütüncül bir kalkınma yolu arasında olduğudur. Mevcut yaklaşımımız, teknolojiyi bağlamından kopararak öngörülemeyen ve çoğu zaman maliyetli sonuçlara yol açmaktadır.

“Fetih paradoksunu” (“zafer kazanan, ganimete aittir”) son ve ikna edici bir uyarı olarak hatırlamalıyız. Doğayı ve toplumu teknoloji tarafından “fethedilmesi” gereken nesneler olarak gören bir yaklaşım, eninde sonunda insanın refahını baltalayacaktır. Çünkü doğaya yaptığımız her şey, aynı zamanda kendimize yaptığımız bir eylemdir.

Görev, yalnızca teknolojiyi düzenlemek değil, ilerlemenin kendisini yeniden tanımlamaktır. Politika yapıcıları, körü körüne bir ilerleme modelinden kasıtlı, insan odaklı bir tasarım modeline geçerek bu yeniden tanımlamaya liderlik etmeliler. Bu yaklaşım, teknolojik geri tepmelerin büyük maliyetlerinden kaçınarak daha dirençli, adil ve küresel ölçekte rekabetçi toplumlar yaratacaktır.

İlgili Yazılar

Yorum bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.